Asıl adı Ahmed olan Nedîm, Türk şiirini derinden etkilemiş, etkileri günümüze dek sürmüş bir Lâle Devri şairidir. 1681 yılında doğan şairin babası Kadı Mehmed Efendi, annesi köklü bir aile olan Karaçelebizadeler’den Saliha Hanım’dır. Dedesi Kazasker Merzifonlu Mustafa Muslihiddîn Efendi, halk ve ulema tarafından sevilmediğinden kendisine çirkin lakablar takılan bir kimseydi. Mülakkab (lakablı) Mustafa Efendi linç edilerek son bulan hayatıyla, Nedîm’i ölümüne dek takip etti.
Nedîm; sohbet arkadaşı, büyükleri fıkra ve hikâyelerle eğlendiren, güzel hikâye anlatan, tatlı konuşan anlamlarına gelmektedir.
İyi bir eğitim gören şair, Arapça ve Farsça şiir yazabilecek denli bu dillere hâkimdi. Geçtiği mülakatlar neticesinde medrese müderrisliği yapmıştır. Asıl parlayışını Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın himayesine girmesiyle yaşadı, hamisini her daim takip ve takdir etti. Zamanın padişahı III. Ahmed’e şiirler sundu, Lâle Devri eğlencelerinde şiirler söyledi.
Akıbeti konusunda çeşitli fikirler ortaya atılsa dahi güvenilir kaynaklara göre Patrona Halil İsyanı (1730) sırasında korkarak evinin çatısına çıkmış ve oradan düşerek ölmüştür. Dedesinin acı tecrübesini paylaşmaktan kaçmak için panikleyerek çatıya çıktığı düşünülmektedir.
Nedîm, devrinde başka şairlerin gölgesinde kalmış fakat zamanların ötesine seslenen şiiri kendinden sonra gelenlerce anlaşılmış bir şairdir. Şiirini günümüze dek taşıyan onun hayatın içinde bir sese sahip olmasında yatar. Divan şiirini yerli bir havaya sokma çabası döneminden itibaren dikkat çekmiştir. Geleneksel anlayışa uymayan yenilikçi, kaidelere önem vermeyen, serbest hâli onun hayata sirayetini kuvvetlendirmiştir. Lâle Devri ve İstanbul’u anlatışı onu yaşadığı dönem ve mekân ile birleştirmiş, bu dönem ve şehirdeki hayatı şiirlerinde bizlere sunmuştur. Ses ve âhenkteki ustalığı zamanından itibaren şiirlerinin bestelenmesine sebep olmuştur. Şiir lügati zengin olmasa dahi dili kullanma marifeti hayranlık uyandırıcıdır. Kendi adıyla anılan bir üslup olan “Nedîmâne” üslup ile yeni bir tarz ortaya koymuştur. Bu üslup, söyleyiş mükemmelliği, yerlilik arzusu ve Nedîm’e özgü eda üzerine kuruludur.
Ma’lumdur benim sühanım mahlas istemez
Fark eyler onu şehrimizin nükte-dânları
“Malumdur, benim sözüm mahlas istemez, malumdur. Şehrimizin ince manadan anlayanları fark eyler onu.” diyerek üslup sahibi bir şair olduğunu ortaya koyar.
I. Dünya Savaşı yıllarında Nedîm Türk Edebiyatı’nda yeniden keşfedilir. Cumhuriyet dönemi ve ilerleyen devirlerde Attilâ İlhan ve ve Sezai Karakoç gibi usta şairler Nedîm’in devri içindeki konumuna atıflarda bulunan şiirler kaleme almışlardır.
Nedîm Dîvânı’nda yer alan “kâfir” redifli gazel üzerinden şairin aşk anlayışını inceleyelim.
Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın kâfir
Aman dünyâyı yakdın âteş-i sûzân mısın kâfir
“Tahammül mülkünü yaktın, Hülâgû Hân mısın kâfir? Aman dünyayı yaktın, yakan ateş misin kâfir?”
Divan şiirinde âşık, aşkından ötürü onulmaz dertlere düşmüş ızdırap içinde bir karakter olarak tasvir edilir. Bu ızdıraptan şikâyet etmez bilakis bu durumdan zevk alır hâldedir. Sevgilinin nazını ve eziyetini bir nimet olarak kabul eder, onun mutlak güzelliği karşısında kul, köledir. Sevgili, güzellikte eşi olmayan, nazlı ve zalim bir karakterdir. Âşığını görmezden gelir, ona eziyet etmekten çekinmez fakat şiirlerde sesleniş ve vurgu olarak güzelliği üzerine durulmaktadır. Rakip ise sevgilinin etrafında bulunan kıskanılan, “ağyar” her şeydir. Âşık tarafından lanetlere ve küfürlere hedef olur.
Klasik anlayışta aşk karakterleri bu şekilde konumlandırılmışken Nedîm sevgiliye “kâfir” diye seslenmektedir. Kâfir hakkı tanımayan, Allah’ın birliğine iman etmeyen anlamıyla rakibe yakıştırılan bir ifadeyken şair sevgili için uygun görmüştür. Onun aşığa çektirdiği ızdırabı ancak inanmayan bir kimseye yakıştırmış. Şiirin âhenk unsuru olan redifi özellikle bu kelime seçerek vurgulamıştır.
Sevgili, istifham(Cevap beklemeyerek sorulmuş, yanıtı bilinen sorular sorma sanatı.) yoluyla Cengizhan’ın torunu İlhanlı hükümdarı, Bağdat’ı yakıp yıkmış acımasız kanlı bir katil olan Hülâgû Han’a benzetilmiştir. Şairin dünyasını tıpkı bu katil gibi yakmış, kana bulamıştır. Çizilen sahne sevgilinin acımasız, can yakan hâlini açıklıkla ortaya koymaktadır.
Kız oğlan nâzı nâzın şeh-levend âvâzı âvâzın
Belâsın ben de bilmem kız mısın oğlan mısın kâfir
“Nazın bakire nazı, sesin boylu boslu delikanlı sesi. Kâfir, belasın, ben de kız mısın oğlan mısın bilmem.”
Âşık gönlü; sevgilinin nazından, sesinden yorulmuş, gamından sevgilinin cismini bile ayırt edemeyen aşk belasıyla başı derde düşmüş hâldedir. Nedîm genellikle tasavvufi yönelimleri olmayan bir şair olduğu için bu beyti güzellik ve aşk sevgisi bağlamında incelemek gerektiğini düşünüyorum. Âşık tıpkı Mecnun gibi tek bir güzelin derdinden güzellik, aşk idesine hayran kalmıştır. Duyulan aşk artık somut sevgiliyi aşmıştır, âşık sevilenin cisminden bihaberdir.
Ne ma’ni gösterir dûşundaki ol âteşin atlas
Ki ya’ni şu’le-i cân-sûz-ı hüsn ü ân mısın kâfir
“ Omzundaki o ipek ne anlama gelir? Yani alım ve güzelliğin can yakan alevi misin, kâfir?”
Şair sevgilinin her ayrıntısından, bedeninin yani benliğinin somut ifadesiyle ilişkili her unsurdan bir anlam çıkartmaya çalışır bu yüzden omzundaki ipeğin anlamını sorar, sevgiliye ait her şeyde bir hikmet saklıdır. Bu ayrıntılardan çıkacak anlam her defasında onun güzelliğini işaret eder. Sevgili yalnızca güzelliğin değil çekiciliğin de can yakıcılığını taşır.
Nedir bu gizli gizli âhlar çâk-ı girîbânlar
Aceb bir şûha sen de âşık-ı nâlân mısın kâfir
“Bu gizli gizli âhlar, yaka yırtmalar nedir? Acaba sen de bir şuha inleyen aşık mı oldun kâfir?”
Sevgili de aşk acısından yakasını yırtmakta, derdini saklamak isteyerek gizli gizli âh etmektedir. Devam eden beyitlerden yola çıkılarak sevgilinin Narkissos gibi kendi yansımasına âşık olduğu düşünülebilir. Şairin sen de bir şuha âşık mı oldun, diyerek sevgilinin kendi aşkı gibi bir aşkı tecrübe ettiğini işaret etmesiyle bu varsayım kuvvetlenir. Böylece, şair ve sevgilisi aslında aynı sevgiliye âşıktır; kâfir sevgili şairin çektiği acıyı tecrübe etmektedir. Öyleyse neden zulmetmeye devam eder?
Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler
Nesin sen doğru söyle cân mısın cânân mısın kâfir
“Kimisi sana can, kimi canan (sevgili) diye seslenir. Doğru söyle, nesin sen, can mısın canan mısın kâfir?”
Can, ruh (Psykhe) insanın hayatta kalması için gerekli olan özdür. Kimileri sevgiliye can demekte yani hayatta kalmak için ona ihtiyacı olduğunu ifade etmekte, aşksız ruh sarayının yıkılacağını, dertlere düşüleceğini ifade etmekteyken kimileri ona can verilen yani âşık olunan sıfatını uygun görmüştür.
Şarâb-ı âteşînin keyfi rûyun şu’lelendirmiş
Bu hâletle çerâg-ı meclis-i mestân mısın kâfir
“Ateşten (kırmızı) şarabın keyfiyle yüzün alevlenmiş, kızarmış. Bu hâlle sarhoşlar meclisinin mumu musun kâfir?”
Sevgili bir bezm âleminde resmedilmiştir. İçtiği kırmızı şarap nedeniyle keyiflenen sevgilinin yüzü kızarmış, aşk ve şarapla sarhoş olmuşların meclisine mum olmuştur. Sarhoşları pervane gibi yakıcı güzelliği etrafına toplamıştır. Bahsedilen şarabın aşk şarabı olması ihtimal dahilindedir, sevgili kendine olan hayranlığından mest olmuş olabilir.
Niçün sık sık bakarsın böyle mir’ât-ımücellâya
Meger sen dahı kendi hüsnüne hayran mısın kâfir
“Niçin sık sık böyle parlak aynaya bakarsın? Meğer sen dahi kendi güzelliğine hayran mısın kâfir?”
Kendi güzelliğine âşık olan sevgili sık sık aynaya bakmakta, şair ile aynı kaderi paylaşmaktadır fakat cilalanmış, netçe kendini görebildiği aynadaki güzelliğe, kendisine bu denli gömülmüş olması onu şairin aşkını görmekten alıkoymaktadır.
Nedîm-i zârı bir kâfir esîr etmiş işitmiştim
Sen ol cellâd-ı din düşmen-i îman mısın kâfir
“Ağlayan Nedîm’i bir kâfir esir etmiş, işitmiştim. Sen o din celladı, iman düşmanı mısın kâfir?”
Sevgili öyle bir kâfirdir ki din celladı, iman düşmanıdır çünkü şairin kalbinde Allah’a iman bırakmayacak denli büyük bir yer kaplar, âşığı esir etmiştir.
Divan şiirinde ve Nedîm’in bu şirinde ön plana çıkartılmış aşk anlayışının köklerinin Yunan Mitolojisi’ne dek uzandığını iddia edebiliriz. Aşk ve cinsellik tanrısı olan, insanların kalplerinde aşkın ateşini yakıp onların mutluluklarını ya da bahtsızlıklarını hazırlayan Eros, Aphrodite ve Ares’in oğludur. Aphrodite kendiliğinden var olmuş güzellik ve çoğalma tanrıçasıyken Ares, insanları birbirine düşürmeyi seven savaş tanrısıdır. Eros’un bu iki birleşenden oluşması bir tesadüf değil, bu mitolojiyi ortaya çıkartan zihniyetin eseridir. İnsan ruhu ızdırabı da neşeyi de Eros’a borçludur, Psykhe ve Eros miti bu anlayışın ifadesidir. İnsan ne kadar severse acısı o denli büyük olur, acı duymadan sevmek olmaz. Divan şairi de aşkı bu bağlamda algılar. Ayrıca Aphrodite ve Ares’in birleşimi bir bakıma tabiatı sembolize etmiştir çünkü tabiat da bir yandan yaratırken bir yandan yok eder. Psikanalizin kurucusu Freud’un, ölüm dürtülerinin karşısına Eros’u yerleştirmesi de dikkat çekici bir noktadır.
Sonuç olarak Nedîm geleneksel divan şiiri içinde üslubu ve klasik aşk konusunu ele alış şekli bakımından farklılık arz eden bir şairdir. “Kâfir” redifli şiirinde oluşturduğu sevgili portresi de buna bir örnek teşkil eder. Ortaya koyulan bu değişikliğe karşın aşkın algılanışını Yunan Mitoloji’sindeki Eros mitine kadar izlemek mümkündür.
Zehra Betül Bulat
KAYNAKÇA:
- Can, Ş. (2017). Klasik Yunan Mitolojisi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.
- Devellioğlu, F. (2017). Nedîm. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat. (33. bs.,956. ss.). Ankara: Aydın Kitabevi.
- İsen, M., Horata, O., Macit, M., Kılıç, F. ve Aksoyak, İ.H. (2017). Eski Türk Edebiyatı El Kitabı. Ankara: Grafiker Yayınları.
- Macit, M. (2013) Nedîm, Ahmed. Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. Erişim Adresi: http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/nedim-ahmed
- Macit, M. (2017). Nedîm Dîvânı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü.
- Şentürk, A.A. ve Kartal, A.(2018). Üniversiteler İçin Eski Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yayınları.
- Onay, A.T. (2019). Divan Şiiri Sözlüğü Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı. (Haz. C. Kurnaz). Ankara: Kurgan Edebiyat.
Kapak İllüstrasyonu: “L’Amour et Psyché, enfants”, William Adolphe Bouguereau, 1890