Güneş saati her çevirdiğinde, neredeyse ufukta
Camdan bir kız görüyorum.
Çiçek tarhında vücudunun izi var,
Saçlarını toprağa karıştırıyor.
Kızın dinmez bir susuzluğu var, duyuyorum.
Sesi mürekkep değmemiş parşömen gibi.
Duyuyorum,
Nefesi havaya çarpmıyor.
Kırık tırnaklı ellerini çırpıyor bazen; hava aksın
Ve çığlıklarını götürsün diye.
Kız, kuzgunu arıyor.
Kaybetmiş.
Artık anlatılmayan masalların yazıldığı zamanlarda
Kız is karası kanatların altında dinlenirmiş.
O zamanlar kızın içinde her şey
Olmasını istediği yerdeymiş.
Kuzgun bir gece,
Kırık kanatlarını geceye katıp her şeyi terk etmiş.
Gece sabaha devrilmiş,
Kız gözlerine vurmuş, güneşi hissetmemiş.
İçinin sökülüp gittiğini görmemiş.
Çiçekleri titreten rüzgâr,
Göğsünde ıslık çalana kadar,
İçindeki boşluğu fark etmemiş.
Kızı duyuyorum.
Göğsünde filizlenmiş bıçağı çeviriyor.
“Yalnızca soğuk,” diyor, görüyorum.
Şu an bile,
Kuzgun yok
Ve kız kaybediyor.