Müsellesin üç kenarı vâv elifle mimse
Çözemez bu muammâyı cebirle hiç kimse
***
Bir varmış
İki yokmuş
Yalanca civârın falanca yerinde
Bir deli varmış mahâreti dilinde
Meskeni bir mezarlıkmış tam da şehrin ortası
Sırtında hiç çıkarmadığı garâbetin hırkası
***
Tek sırdaşı dostu Gâib isminde bir kayıpmış
Gâib’in de cismi tıpkı ismi gibi kayıpmış
Deli meydana çıktı mı halk temâşâya doyarmış
Gâib’i kimseler görmez cümle âlem duyarmış
Bir gün yine bu deli kaybolanla konuşur
Bunu duyanda ahâli etrâfına doluşur
***
Gâib sordu: ‘Bu ahvâlin ne zamandır böyle garip?’
Deli dedi ki: “Garipliğim değildir hiç zamânî,
Gördüm üç bin mahlûkat, insandı gulyabânî.”
Gâib sordu: ‘Madem öyle dünyâ nasıl himâyede?’
Deli dedi ki: “Nasıllar ve niçinler ne gâyede?
Şüphesiz ki bu diyârın çünküsü tek sâyede.”
Gâib sordu: ‘Be hey deli! Bil o zaman dünyâ nedir?’
Deli dedi: “Ne çâredir ne dünyâ uçan dairedir,
Zâil âlem çoktur ammâ dâimî yek-pâredir.”
***
En câhil en âkil bile anlamak için gayret etti
Deliyi tanımayanlar deli olduğuna hayret etti
Derken lafı böldü bi dervişin çırak yoldaşı
Derviş sakin ama yoldaşın gözleri fal taşı
Çırak dedi: ‘Aklı olana delilik çok günahtır!’
Deli dedi: “Ne dersen de bana her şey mübahtır,
Zirâ aklın alâmeti takke değil külahtır.”
Çırak şaşkın bakarken Gâib söze karıştı:
‘Vay deli! Külah dediğin soytarının malıdır,
Soytarının yeriyse pâdişâhın yanıdır.’
Deli dedi ki:
“Yanlış, soytarının külâhı başındaki taçtır,
Saraydaki tâcın ise gözü karnından açtır.”
(Bu cümleyle kahkalar doldu bütün cümbüşe
Şunu içinden geçirdi bir dalkavuk düşünce:
‘Bunu Şâh’a söylesem, on beş yirmi gümüşe.’)
Gâib dedi: ‘Be hey deli! Başın sana yük müdür?
Yoksa konuştuğun lafın boyundan büyük müdür?’
Deli tebessüm ederek şöyle cevap verdi:
“İçinde us yok ise baş insana yüktür,
Ettiğin söz ancak hakikatse büyüktür.”
***
Vardı Pâdişâh’ın şehrin her yanında kulağı
Tez duydu bu kez Dalkavuk’tu bu sözlerin ulağı
Koştu Şâh’a varıp dedi: ‘Ne dersin bu sövüşe?’
Gamsızca sattı bir canı on beş yirmi gümüşe
Temâşayı bastı birden on iki padişah kulu
Demin deliye gülen gözler imdi çok korkulu
Kocaman padişahın vardı kulunun da kulu
Deli omzuna bir yumruk yedi vah koptu kolu
Alıp götürdüler deliyi fermânı îdamdı
Duyanlar dediler ki: ‘Yazık pek iyi adamdı!’
Gün sonra çıkardılar meydana ibretlik diye
Sağır ve lâl bir celladı yâr ettiler deliye
***
Başvezir tüm kibriyle duyurdu ses sedâsını:
‘Ey ahâli görün kulun naçar elvedâsını!’
Deli cevap verip aldı vezirden lemâsını:
“Özünü yüce sanma kim ölmüştü dârâ bile,
Sen gibi soysuzu, toprak almaz mezâra bile.”
Vezir utancından yerin dibine girse yeriydi
Böyle güfte eden biri nasıl olur da deliydi?
Bu bizim kâmil deli acep ulemâdan biriydi?
***
Çok geçmeden deprem gibi sallandı seyran yeri
Şah’la süvârîleri saldı bi küheylan yeli
Şah öyle giyimliydi ki sanki güneş parladı
Dedi: ‘Hangi gâfil kendine ölüm ısmarladı?’
Deli dedi: “Ben müşteriyim demek sen de sâki!
Mâdem içkin ölümdür, önce sâki sonra bâki!”
Şah mağrurca bakıp dedi: ‘Gel bakalım beri!
Kimsin ve necisin, adın nedir be hey deli?’
Deli cevap verdi: “Benim adım sanım yoktur,
Belki karnım açtır amma elbet gözüm toktur.”
Padişah kan kustu deli başını kütüğe koydu
Cellat canını almadan son sözleri şuydu:
“Kim bilir neden bu aklım bir gün başımdan uçtu
Asıl aklım uçtuğu gün başım Hakk’a kavuştu.”
***
Deli can verince Gâib her kişiye göründü
Gâib’in kaybolan cismi bir gölgeye büründü
Anda herkes garip bir ses duydu kulaklarında
Gâib gazel atmayadır şehrin sokaklarında:
***
Sen olgun bir meyvesin kadim ağacın dalında
Her koparan mest olur ve zehir gizli balında
Ne hayvandır ne beşer ne cinlerdir ne periler
Bir tek duyan vardır seni sızlayınca nalında
Yanlış yerde ararsın hep derdine sen devâyı
Şifân hayli uzakta ki maraz vardır halında
Uyan şimdi ey miskin zamanıdır yürümenin
Âşînalar bilir devâ mutlak hiçlik yolunda
Ne Gâib’im ne mâlum ne yakınım ne ırakta
Ne âlimsin ne delisin ben yoksam hayalında
Kaan Biçer