Doksan yıldır olduğu gibi, Yenice yine boğucu bir ağustos akşamıyla cebelleşiyordu. Elli yedi yıldır etle kemikle uğraşan Süleyman akşam sekiz gibi dükkânı kapattı, eve doğru yola koyuldu. Onunla bununla selamlaşa selamlaşa mahalleye vardı. Evinin önündeki bankta soluklanmaya karar verdi. Bank oldukça parlak, rahatsız edici, turuncu bir sokak lambasının altındaydı. Çocuğun biri asfaltın üzerine yayılmış, elindeki tasolarla oynuyordu. Süleyman’ı anımsayan çocuk gelip yanına oturuverdi, tam soru sormak için ağzını açıyordu ki telefon çaldı. Adam numarayı tanımıyordu. Sakince birkaç saniye bekledi ve telefonu açtı.
-Alo?
-Nasılsın?
-İyiyim de çıkaramadım, kimsin?
-…
-Alo?
-…
Süleyman telefonu kapattı ve ona bakan çocukla göz göze geldi. Birkaç saniye boş boş bakıştılar. Bu anlamsız olaya bir cevap ararken telefonu tekrar çaldı. Numara aynıydı. Süleyman telefonu “Sen kimsin?” diyerek açtı. Karşı taraf yine yanıt vermedi. Süleyman söylenerek telefonu kapattı.
Sorularının cevabını alamayan adam iyice aklaşmış sakalını karıştırarak bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. Oldukça aksi birisi olan kasap Süleyman bir cevap bulamıyor, bulamadıkça daha çok sinirleniyordu. Kendisini sakinleştirip bu gizemli şahsı aramaya karar verdi. Telefonunun kilidini açtı ve bir cevap alabilmek umuduyla aradı. Karşı taraf açar açmaz, Süleyman,”İyiyim sen nasılsın?” dedi.
-Yalnızım baba, çok yalnızım.
Süleyman afalladı. Gözlerini sıkıca kapatıp açtı, donuk bir sesle sordu.
-Aziz?
Telefon kapandı.
Süleyman anlamsızca etrafına bakındı.
Aziz yanında değildi.
Can Efesoy
Çok tatlı sıcak bir öyküydü Can bayıldım..
Betimlemeler oldukça etkiliydi.. Çok beğendim can 🙂