Basıncın gürültüsü kulaklarımı tırmalıyor. Nefesim kalbime tıkanmış, göğüs kafesime bastırıyor; su ile arasında bir bağ var. Çıkamıyor, çıkamıyor ki yol boğazımdan dudaklarıma kadar gidiyor. Duyuyorum, bak işte kulaklarım artık içerisini duyuyor. Kalbimin vakti sınırlı, kirpiklerim ağır gözlerimde. Vücudum artık göğsümden burnuma kadar sadece. Aradaki yol, o yoğun trafik çekiyor bütün enerjiyi kendisine. İşte o sınır bir anlığına kayboluyor, sen de görüyorsun. Ağzım açık, birleşimin baloncukları, ve işte, içime doluyor ışıksızlık. Aramızdaki yüz metre giderek önemini kaybediyor. Sen, antik varlık, ışıkların söndüğünün farkındasın. Biz yansımanın bir parçasıyız. Kaybettim. Peki sen kazanabilir misin? Devasa turuncu bedenin, insansı bakışların ve dokunaçlarına dolanmış koca plastik parçası dışında hiçbir şeyin yok. Yüzmeni zorlaştırıyor biliyorum, bedenini saran teller her hareketinde canını yakıyor. Son bir kez görüşüm netleşiyor. Üzerime doğru yüzüyorsun. Dokunaçların küçük plastik okyanusumun tamamını kaplıyor. Hareketsiz bedenimi boşluğa doğru ittin. Artık yüzeye doğru bakıyorum, teşekkür ederim. Sonum burada işte, sen de gidiyorsun, görüşürüz.

Tavan gözlerimi aralıyor. Sol elimde kalmış telefonumun saati 9.47’yi gösteriyor. Alarmıma 12 dakika var. Yastıktan düşmüşüm sanırım, boynum ağrıyor. İşte orada, kapıya asılı dalış kıyafetim; dar, lacivert ve tek parça. Seni düşünüyorum, o suyun karanlığında. Bu öğlen yanına geleceğim. Etrafımızı saran plastik şişeler, eskimiş kıyafetler ve o asla neden burada olduğunu anlayamayacağın nice eşya… Hepsinin arasında ikimiz, umarım bu sefer daha çok ışığın yansıdığı bir yerde görüşürüz, ne dersin? 

-Eray Erkek

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir