Kafamı kaldırdığımda yüzünün erimeye başladığını fark ettim. Kesilen taze etin mermer zemine düşerken çıkardığı “şap şap” sesi kulaklarımda yankılanırken gözlerim önündeki olayı reddedercesine sağa kayıyor, surat derisinin dökülmesinin ardından ortaya çıkan kanlı damarlı görüntüyü sindiremiyordum. Bir süre hareket edemedim. Bütün bu olanların son bulmasını bekledim. Buraya geleli çok olmadı ama zaten oldum olası burayı sevmemişimdir. İs kokusu bu kafenin bulunduğu sokağı öylesine boğar ki bazen nefes almayı zorlaştırırdı. Eskicilerin bağırışları, limon ve soğan satıcılarının haykırışları hiç eksik olmazdı. Yan mahallenin çocukları buraya geldiklerinde sanki dürtülüyorlarmışçasına hiddetlenir, kavga çıkarırlardı. Upuzun binalar güneşin girmesini engeller, sokakları mavinin tonlarına boyardı. Dar, taştan caddenin üzerinden sürekli kasvetli bir hava eser, sakinlerini rahatsız etmeden çıkmazdı. Peki, biz niye burada buluşmuştuk? En son bana karşı olan hislerinden şüphe duymaya başladığını anlatıyordu sanırım. “Seninle ilgili her şey çok bulanık biliyor musun? Uzunca bir zamandır bu şekilde. Gözümü ovuşturduğumda bile kurtulamadığım bir bulanıklık hem de. Tanıştığımız ilk gün sandalyemin sallandığını fark edip değiştirmiştin, beni ayakta tuttuğun için de özür dilemiştin. Bakışlarında hep bir içtenlik, merak, sözlerinde ise lütuf vardı. Hep böyle laubali bir tip misindir bilmiyordum ama o gün öyle çok gülmüştüm ki sana, aramızda bir şeylerin olabileceğine ihtimal vermiştim. Şimdi ise surat ifadende bir değişiklik var. Bakışların arızalı bir lambanın ışık verişini andırıyor. Bir varsın bir yoksun. Ortamı karanlığa ve soğuğa büründürüyor, bakışlarında yokluğun. Bazen bu karanlık o kadar uzun sürüyor ki yüzünü tanımakta güçlük çeker hâle geliyorum. Sevdiğim ne varsa birer birer akıyormuşçasına kayboluyor. Tanıyamıyorum. Önce gözlerin sonra dudakların, burnun, yanakların en son da alnın ve çenen… Tek tek sanki yere düşüyorlar. ‘Şap şap’ ya da bu kadar net olmasa da bunun gibi bir yansıma sesi işitiliyor saniyeler boyu. Duyularımın her biri rahatsız edici şekilde dürtülüyor. Beni getirdiğin yere bak! İs kokusundan burnum düşecek. Eskicilerin kullandığı megafonun cızırtısı ise kulaklarımı tırmalıyor, sesi sağır edercesine yüksek. Kör noktada bulunan kafe ise hiçbir yerden ışık almıyor. Huzursuzum ve karanlık. Yalnızca bir sokak lambası var o da tam tek kişilik masanın tepesinde. Bir yanıyor, bir sönüyor. Bir an önce kalkıp gitmem lazım.”
Azime Yağmur Özkan
Çok güzel bir yorum olmuş
Simgelerin kullanımı çok yerinde ve çok akıcı bir yazı olmuş başarılarının devamını dilerim