Ulusal kurtuluş savaşının yalnız politik ve diplomatik merkezi değil, aynı cihetle karargâhı da olan Ankara; başkent ilan edilmesinin ardından, savaşın sonrasında hızla gerçekleşmeye başlayan Kemalist devrimlerin adeta aynası olmuştur. Askerî sahadaki kesin zaferin ardından herhangi bir gecikmeye tahammül edilmeksizin girişilen şehir ve bölge planlama, eğitim, sanayi ve ulusal bilince dair her türlü alandaki inşa yurdun her bölgesine yayılmaktayken değişimin getireceği ilerlemeyi gerçekleştirebilmek için çeşitli mücadeleler veriliyordu. Bunların ışığı, kurtuluş savaşının başlangıcından bu yana âdeta ateşleyici güç olarak kullanılan edebiyata da vuruyordu. Daha önce bilhassa aydın-halk ilişkisini ve aydınların “köylü halk gerçeği” karşısındaki durumunu incelediği Yaban (1932) romanının peşine Ankara (1934)romanını kaleme alan Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974), Toplumcu-Gerçekçi çizgide önce Ahmet Celâl başkişisi üzerinden Yaban’da, ardından Selma Hanım başkişisi üzerinden Ankara’da, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolları ve cumhuriyetin ilanından sonraki kilit noktaları işlemiştir.
Roman, Selma Hanım’ın üç evliliği üzerinden üç bölüme ayrılmış, her bölümde farklı bir devir incelenmiştir. Bu evlilik yaşantılarının, Yakup Kadri’nin aksettirmek istediği yapıların birer sembolü niteliğinde olduğu ve pek çok öznel ve nesnel yargıyı üstlendiği aşikârdır. Selma Hanım’ın evli bulunduğu kişilerin karakterleri, dönemlerdeki ilişkiler, Selma Hanım’ın kişiliğinde yaşanan değişimler yalnız roman kişilerinin hayatını değil, bir ideoloji çevresinde gelişen yeni Türkiye’yi ve onun merkezi Ankara’yı da betimlemektedir.
Roman; altı aydır Ankara’da bulunup Tacettin Mahallesi’nde zar zor bir daire kiralayabilen Nazif Bey’in, eşi Selma Hanımla birlikte dairede geçirdikleri ilk gece başlamaktadır. Bu dairenin tasviri, aynı zamanda topyekûn bir Ankara’nın ve kurtuluş savaşı sırasındaki Anadolu’nun tasviridir. Oldukça pis, köy ile kasaba arası bir vaziyetteki Ankara’da, yine aynı niteliklerdeki izbe bir binada oturmaktadırlar. Ev sahiplerinden oldukça uzak bir görünüşte olan Selma Hanım; penceresinden baktığı zaman çamurlu yollardan, kerpiç evlerden, çorapsız yahut ayakkabısız çocuklardan başka bir şey göremiyordur. İstanbul’dan bundan önce yalnızca bir kez çıkmış olan Selma Hanım, bu son derece sert gerçekliği suratına çarpan atmosferde sıkıntılı bir ruh hâli içerisindedir. Bu sıkıntısından biraz olsun uzaklaşmasını sağlayan huzuru ise Etlik tarafında, yemyeşil düzlüklerin ve muhteşem bağların arasından geçilerek gidilen bir evde yaşamakta olan Mebus Murat Bey ve ailesine yaptıkları ziyaretlerde bulur. Selma Hanım bu aileyi kendilerine yakın görmekle birlikte yine kendileri gibi aileyi ziyaret eden Binbaşı Hakkı Bey’de oldukça tesir edici şeyler bulmaktadır. Hakkı Bey’le yaptıkları gezilerde Selma Hanım, Tacettin Mahallesi ile Etlik arasındaki bölgeleri daha iyi tanımaya başlar. Samanpazarı, Çıkrıkçılar Yokuşu, Aktepe, Solfasol gibi yerleşimleri inceler. Tacettin Mahallesi ve söz konusu mekânlar bir sembol olarak kullanıp savaşın öncesi ve başlangıcı anlatıldıktan sonra yüzler Çankaya’ya çevrilir. Hakkı Bey’le yaptıkları gezilerde Kavaklıdere’den başlayarak Çankaya’yı gören Selma Hanım, Mustafa Kemal Paşa’nın kalmakta olduğu köşkü görünce –nitekim köşk oldukça sade bir köşktür- Ankara’yı farklı türlü algılamaya başlar. Bu bölüm, Selma Hanım’ın “İstanbullu bir genç kızdan Anadolu gerçeğini kavramış ve güçlenmiş bir Anadolu kadınına dönüştüğü” bölümdür. Ankara, onun nazarında köhne ve köy ile kasaba arası bir taşra yerleşiminden çıkmış, mücadelenin ve gerçeğin ta kendisi olmuştur. Bu mücadele içerisinde yapması gerekenin öylece oturmak değil, mücadelede aktif rol almak olduğunu düşünür ve önce Eskişehir’de, ardından Cebeci Hastanesi’nde hasta bakıcılık yapar. O, savaşın ateşiyle yanıp tutuşurken bu duruma karşı kayıtsız kaldığını düşündüğü Nazif Bey’e karşı hislerinde olumsuzluklar belirir, eşinden uzaklaşmaya başlar. Hakkı Bey’e baktıkça duyduğu hayranlık, kendinde uyanan millî bilinçle beraber müthiş bir boyuta ulaşmıştır. Nazif Bey’in tam aksine Hakkı Bey; Kurtuluş Savaşı döneminin idealist, cesur ve sağlam kişilikli subay tipidir. Bir bakıma Kuvayımilliye’yi temsil eder. Nazif Bey ve aydınlanma öncesi Selma Hanım da İstanbul’un ve aydınlarının temsilidir.
İkinci bölüm de aynen birinci bölüm gibi bir evin yatak odasında başlar fakat ne ev Tacettin Mahallesi’ndeki evdir ne de yatakta yatanlar İstanbul’dan gelen genç çifttir. Mücadele nihayet zaferle sonuçlanmışken Selma Hanım, Nazif Bey’den ayrılmış ve “kahraman” Hakkı Bey ile evlenmiştir. Hakkı Bey cepheden dönünce askerlikten emekli olmuş, bir şirketin idare meclisinin reisi olmuştur. Sivil hayatta o hiç sevmediği Avrupalılar gibi yaşamaya, onlar gibi eğlenmeye heves etmiştir (Aktaş, 1987, s. 84). Selma Hanım da Hakkı Bey gibi bir iş insanının eşi olduğundan düzenlenen davetlerin gözdesi konumundadır, bu ortama ayak uydurmakta çok zorluk çekmemiştir.
Bir tarafta sokaklarından manda geçen, ne kolonya ne sabun bulunabilen, toz toprak içindeki Tacettin Mahallesi; diğer tarafta apartmanların ve resmî binaların hızla yükselmeye başladığı, Batı zevkiyle Doğu zevkinin karmasından oluşmuş bir bulamacı andıran ve statünün tek gerçek olduğu Yenişehir… İşte, Ankara’nın ve Cumhuriyet’in kalbinin attığı merkez olan Yenişehir, yeni bir devri sunarken o devrin algılanış farklılığından ötürü oluşan, belki de belirginleşen kutupları, sınıfları ve “mottoları” da gözler önüne serer. Örneğin; yılbaşı balosu için Ankara Palas’ta düzenlenen davete katılmak üzere mekâna gelen “sosyetenin” yanı başında eski ceketlere sarılmış şekilde onları izleyen halktan kimseler görünür. Bağımsızlık savaşının yılmaz neferi Hakkı Bey, devletin komisyon işlerini yöneten bir aracı kişi olmuştur, her hâlini “Avrupalı” gibi düzmekle meşguldür. Mebus Murat Bey, mebusluktan ayrılmış ve müteahhit olarak amiyane tabirle “arsa, bölge çevirerek” rant yoluyla zengin olmuştur. İlk bölümde mutaassıp bir görünüş çizen Şeyh Emin, tam tersi yönde değişerek sosyeteye karışmıştır. Öyle ki Selma Hanım onunla karşılaşınca onu tanımaz.
İlk bölümde kısa bir anlığına karşımıza çıkan Neşet Sabit, bu bölümde kendini iyiden iyiye hissettirmektedir. O da Ankara’ya İstanbul’dan gelmiştir ve söz konusu eğlencelere, davetlere o da katılmaktadır. Ortama ayak uydurur gibi görünse de aslında bu hâli yadırgamaya başlayan Selma Hanım, bu davetlerde bir şekilde Neşet Sabit’i bulur ve ikili, kalabalıktan uzakta sohbet etmeye koyulurlar. Selma Hanım hengâmenin içerisinde bunalmış ve ortama yabancılaşmıştır ve Neşet Sabit’in bu “burjuvayı andıran” güruha yönelik düşüncelerini dinlemek onda gitgide tesirli duruma gelmeye başlar. Öyle ki Selma Hanım son derece pasif, kendini olayların akışına bırakmış durumdayken Neşet Sabit’in düşünceleriyle kendisine gelir (Bağcı, 2008, s. 308). Neşet Sabit’in gördüğü aydın yozlaşmıştır, yapmacıktır, sosyete yaşam sürmektedir fakat bu değişen yaşam tarzı yalnızca bu zümrede değişime yol açmıştır, Ankara’nın kalanı Mücadele öncesinde ne ise aynen durmaktadır. Neşet Sabit’i kullanarak konuşan yazar; Batıcılık meselesinin bir “eğlence” olarak algılanmaması gerektiğini, Batıcılık meselesinin “yapma, kurma, işletme gücü” olduğunu ifade eder. Fethi Naci; Yakup Kadri’nin kalkınma sorununu teknik ve ekonomik bir sorun olarak düşündüğünü fakat bu sorunun her şeyden önce bir siyasal sorun olduğunu belirtir (2007, s. 74).
Selma Hanım; ilk bölümün sonunda eşi Hakkı Bey’e karşı olan tutkusu zirve yapmışken ikinci bölümün sonunda artık ona karşı yabancılaşmış, evliliklerinin bir manasının kalmadığına kanaat getirmiştir. Bundan böyle kendi ayakları üzerinde durmaya ve bu “tiksinç” yaşamı terk etmeye karar verir. Yenişehir’den ayrılır ve Tacettin Mahallesi’ndeki eski eve geri döner. Bu şekilde sona eren ikinci bölümün ardından 1937-42 arasını anlatan üçüncü bölüm başlar. Romanın 1934 yılında yazıldığını göz önünde bulundurarak Yakup Kadri’nin, bu bölümde geleceğe dair isteklerini ve kurulmasını düşlediği düzeni anlattığını düşünmek çok zor olmasa gerektir. Eleştirmenlerin ortak kanısı da bu bölümün bir çeşit “ütopya” olduğu yönündedir.
Selma Hanım, romanda ikinci kez yaşadığı “aydınlanmanın” ardından Hakkı Bey’den ayrılmış ve Neşet Sabit ile evlenmiştir. Ulusal Kurtuluş içerisindeki tavrını Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra da aynı şekilde sergileyen Neşet Sabit, “yoz ve sahte” hayatı reddeder. Selma Hanım’la evliliklerinin ardından da “ulaşılması gerekene, hedeflenilene” doğru durmak bilmez şekilde çalışmaya başlarlar.
Bu yoğun çalışma hâli yalnızca bu çifte özel değildir. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün önderliğinde yüksek gelişim sürecine girmiştir. Tarih ve Dil Cemiyetlerinin birleşip oluşturduğu Türk Akademyası’nın, Yüksek İktisat Enstitüsü’nün, Halkevleri’nin faaliyetleri; tiyatro ve sinema gösterimleri, müzik dinletileri ve konserler, spor müsabakaları ve bilumum faaliyet eğitim-kültür-sanat gelişimlerinin göstergesidir. Demir yollarının genişlemesi, işçilerin devlet memuru kadrosuna alınmaları, kooperatiflerin kurulması da sayılabilecek iktisadî gelişmelerdendir. Başkent Ankara’da kentin merkezi Yenişehir’den Cebeci’ye taşınmıştır, Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey de bu muhitte oturmaktadırlar. 19 Mayıs Stadyumu yapılmış ve Atatürk, Cumhuriyet’in 10. Yılı Kutlamaları’nda burada nutkunu okumuştur1. Opera binasının yapımı ve Büyük Devlet Tiyatroları’nın açılışı, ana caddelere inen arka caddelerin tenhalıktan kurtarılıp yerleşime düzen getirilmesi gibi gelişimler mevcuttur. Ankara, Selma Hanım ile birlikte kendini bulmuştur (Aktaş, 1987). Artık gençliklerinden uzak olan Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey’in gelişimlerine bakıldığında görülecektir ki Yeni Türkiye ile aynı kadere sahiplerdir. Heyecanlı ve tutkulu bir ilk gençlik (Bağımsızlık Mücadelesi), tezatlarla ve hezeyanlarla dolu olgunluğa gidiş (Cumhuriyet’in ilk yılları), nihayetinde ne yapacağını bilen ve bu sayede ayakları yere sağlam basan, gelişkin bir olgunluk dönemi (1928 sonrası)… Ankara; ekonomi, bilim, kültür ve sanat alanlarında gelişmekte olan medeni Cumhuriyet Türkiye’sinin ve Kemalist ideolojinin merkezi hâline gelmiş bir kent olmuştur (Yalçın Çelik, 2014, s. 104). İdealize edilmiş kişiler ve durumlar, gelişmelerin perde arkasındaki aktörlerin ısrarla vurgulanmak istenmesi, yer yer kurgunun dışına çıkılması gibi nedenlerden ötürü üçüncü bölüm2, romanın realist yapısını zedelemiştir ve sanatsal yanından ziyade faydacı ve güdümlü yanının ağır bastığını söylemek mümkündür.
Roman Cumhuriyet’in 20. yılı nedeniyle yapılan kutlama ile son bulur. Akşam vakti başlayan kutlamalarda binler; sayıları arttıkça artarak Gazi Sarayı’na doğru yürümektedirler, bu topluluğun içinde Selma Hanım ve Neşet Sabit Bey de vardır. Yakup Kadri’nin roman içerisinde yer yer işlediği epik-destanî hava özellikle bu son kısma hâkim olmuştur. Yürüyüş içerisinde Selma Hanım, büyük ırkının heybetli rüyasına dalmıştır (Karaosmanoğlu, 2019, s. 231). Bu rüyada bir orduya mensuptur; sanki ordu ile birlikte Orta Asya’dan Hint’e, Ganj’a, Ural Dağları’na, Kafkaslar’a, Tuna boylarına değin uzanıyordur. Saray’a varıp da Gazi’yi gördüklerinde ise âdeta her yer ışıl ışıl olmuştur. Bu şenlik sabaha varıncaya dek sürmüştür; Cumhuriyet, mutlu ve coşkulu insanlarınca doyasıya kutlanmıştır.
Atatürk’ün vefatından dört sene önce yayınlanan bu romanın başına, otuz yıl sonra bir not ekleyen Yakup Kadri; romanı yazdığı dönemden mevcut dönemine baktığında Millî Mücadele ruhundan hiçbir iz bulamadığını ifade eder. Hayalini kurduğu “ideal Türkiye’ye” o zamanlar öleceğini aklından bile geçirmediği Ata’nın öncülüğünde gidileceğini düşünürken şu anki durumun, ikinci bölümde anlattığı, kendi ifadesiyle karikatürünü yaptığı şekilde olduğunun altını çizer. Son bölümde bir “ideal” yaratma çabasında olduğundan ve bunun da gerçekliğin dışında bir durum olduğundan söz edebilecek olsak da Dilek Yalçın Çelik’in de ifade ettiği gibi Ankara; Cumhuriyet’in önemli dönüm noktalarını, Ankara’nın başkent oluşunu, üçüncü bölüme gelene kadar dönemin gerçekçilik yansıtması bakımından önemli bir eserdir (2014, s. 94).
Ersagun Doğan
Dipnot
- Selma Hanım’ın 10. yıl kutlamalarında, Eskişehir Garı’nda, Neşet Sabit’in yazıp yönettiği oyunun ilk gösteriminde gördüğü Atatürk; görünüşü, kişiliği, tavrı vb. yollardan ilahî bir biçimde tasvir edilmiştir. Bu ilahî tasvirler içerisinde Atatürk ile birlikte bağımsızlık mücadelesi ve “yozluktan” sonraki gelişim dönemi de tasvir edilmiştir. ↩︎
- Söz konusu etkenlerin ortaya çıktığı bölüm üçüncü bölüm olmasa da bariz şekilde etkili oldukları bölüm üçüncü bölümdür.
↩︎
KAYNAKÇA
AKTAŞ, Şerif. (1987). Türk Büyükleri Dizisi-Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: Ankara.
BAĞCI, Rıza. (2008). YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU’NUN ANKARA ROMANINDA AYDINLAR, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. 0(19), 301-316.
BAŞ, Yener. (2015). BİR (KENTSEL) ÜTOPYA OLARAK “ANKARA” ROMANI, METU JFA. 2(32), 79-98.
KARAOSMANOĞLU, Yakup. Kadri. (2019). Ankara, İletişim Yayınları: İstanbul.
KARATAŞ, Evren, YILDIZ, İpek. (2010). Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kadro Dergisindeki Yazıları ve Kadro Düşüncesinin Ankara Romanına Yansımaları, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi.3(14), 276-289.
MORAN, Berna. (2018). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1. İletişim Yayınları: İstanbul.
NACİ, Fethi. (2007). Yüz Yılın 100 Türk Romanı, Türkiye İş Bankası Yayınları: İstanbul.
OĞUZ, Orhan. (2013). Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara Romanında Beden, Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi. 37(1), 167-199.
SARIÇİÇEK, Mümtaz. (2009). Yakup Kadri’nin Romanlarında Cumhuriyet İdealleri ve Düş Kırıklıkları, Erdem. (54), 189-200.
Türk Dil Kurumu. (2019). Türk Dili Dergisi Roman Özel Sayısı, TDK Yayınları: Ankara.
YALÇIN ÇELİK, S. Dilek. (2014). Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara Romanı Bağlamında Kemalist İdeoloji ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Bir Başkent İnşası, Ankara Araştırmaları Dergisi. 2(1), 93-107.