Gökten üç elma düşse, çürüğü kesin sana denk gelir. Çünkü benim işim bir şekilde rast gider. Sıklıkla Ceplerimi karıştırırken para bulurum -tik-. Ayağım kaydığında hemen bir yerlere tutup durumu toparlarım -tik-. İnsanların suratına bakarken dinliyor gibi yapıp, insanların suratına bakarken milyonlarca şey düşünebiliyorum -tik-. Yeni tanıştığım insanlarla konuşacak konu bulmak benim için çocuk oyuncağı. Konuşacak hiçbir şey yoksa kesin izlediğimiz bir filmi bulurum -tik-.
Evet, bunlar havasını attığım bileşenlerim. Beni tanıyan az çok bilir de yüzümüzü sesimizi görmeyen adam (burada birey kastedilmiş olup dilin bağlamında “adam” zamiri kullanılmıştır. Tek seferliğine Politik doğrucu olma. –tik-) da bilsin diye söylüyorum. Evet, ben lanetlendim. Süperman’i tarumar eden yeşil yeşil yanan kriptonit var ya, hani kriptonit sayesinde Batman Süperman’in kafasında lavabo kırarak yendi onu. Benim kriptonitim de bir derdimin, bir sıkıntımın olmadığı, her şeyi aştığımın zannedilmesi ya da iplemediğim düşüncesi. Ciddi bir şey anlattığımda bile gülünmesi ya da ciddiyetsiz cevaplar verilmesi hoş olmuyor. Delirmedim. Tabii benim de canım sıkılıyor. Ama ben kötüysem benden kat kat kötüler var diye kimseye hiçbir sorunumu sıkıntımı anlatmadığımı fark ettim. Bazı şeylerle tek başıma yüzleşmek beni yormaya başladı. Galiba. Belki.
Japonlara dönüşmeye başladım. İçimde bir şeyler eksik oysa dışarıya karşı neşeli ve keyfim yerinde görünüyorum…. Evet o palyaço benim.
Hayır durumu dramatize etmiyorum. Süper gücüm olan ayakta kalmak kuruntu haline getirmemek ruhumu insan çöplüğü haline getirmiş. Yani ne gerek var dediğim şeylere tahammül etmek…. Artık biraz eh. Yani sıkılmaya başladım.
Bütün bunların yanında mahalle kültürümüz aklıma geliyor. Herkes hakkında her şeyi bilmek. Maaşlar hesaplanıyor, bir ailenin tüm fertlerinin maaşları hesaplanıp diğer komşulara anlatılıyor. Yorumlar yapılıyor, iki kişi yalnız başlarına kalınca ayrı bir dedikodu çemberi oluşturuluyor. Üstelik tüm bu ekosistem bir apartmanda ve kullandıkları tek araç dedikodu. Bu beni hep şaşırtmıştır. Başıma geldiğinde ise sinirleniyorum. Konuşmak bu kadar önemli mi emin değilim. “Neden dedikodu yapıyorsunuz?” diye bir soru canlanıyor kafalarda, uzaklardan bir cevap geliyor, “Vakit geçiriyoruz, başka ne yapalım.” Ben de içimden diyorum ki “s- lan ordan.” Bu toplum bizi yansıtmamalı, bizim dertlerimizi tasalarımızı bilmemeliler. Yani arkadaşlarımın sorması gereken şeyleri kapının önündeki komşu sorunca… Biraz şey oluyor ya. Meraklı biriyle önemseyen birinin arasındaki fark… paha biçilmez.
Japonlarla ilgili çok şey bilmiyorum. Ama neon ışıkların ardında yalnızlığı seven özel alanlara saygı duyan insanlar olduğunu biliyorum. Benim özel alanım yok. Çünkü Japonya’da değilim. Apartmanın kapısında beni çeviren teyze annemi soruyor. Sana ne demek yerine iyi diyorum. Uzaklaştırıyorum onu kendimden yine bir şey diyor. Teyzeler, kendinize uğraşacak bir şey bulun yoksa yakın bir zaman diliminde size yokmuş muamelesi yapacağım. (Evet küfretmeyi ben de düşündüm ama laf çıkar, x2 problem olur diye vazgeçtim.) Hayat böyle zehrimiz panzehir panzehrimiz ise zehir olur. Meraktan ölüyoruz. Anlatmak için can atıyoruz. Atmayın can man dinlemiyoruz. Not: bu üç nokta meselesinde yılmaz Özdil’i geçmek üzereyim. Özür dilerim. Azaltarak bırakacağım.