Halit Ziya Uşaklıgil farklı türlerde kaleme aldığı birçok metni içerisinden özellikle romanları ile hem Servet-i Fünûn edebiyatına hem de Türk romancılığına damga vurmuş bir yazar mahiyetindedir. Batılı anlamda romanın ilk mahsulleri Uşaklıgil tarafından verilmiştir. Roman türünü gerektiği gibi çok boyutlu şekilde algılayan yazarın en önemli eserleri arasında Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnu adlı eserleri sayılabilir. Bu iki eser realizmin izlerini taşımaktadır.

Mai ve Siyah, 1896-1897 yılları arasında Servet-i Fünûn dergisinde yayımlanmış bir romandır. Eser; orta sınıf bir aileye mensup, Mülkiye’de okuyan, edebiyata meraklı, idealist bir genç olan Ahmet Cemil’in babasının vefatı ile başlayan olaylar silsilesi içinde, gerçeklerle yüzleşerek hayal kırıklığına uğramasını anlatır. Özellikle Ahmet Cemil’in okuldan arkadaşı Hüseyin Nazmi ile arasındaki ikilik üzerine kurulan yapı dikkat çekicidir. Hatta Aktaş, bu ikili üzerinde maddi imkân ve imkânsızlık çatışmasının işlendiği bir aslî tema bulunduğu iddiasındadır. (Aktaş, 1996:110)

Yukarıda Servet-i Fünûn dergisinin 273. sayısında yayımlanmaya başlanan Mai ve Siyah’ın ilk sayfası; aşağıda ise aynı derginin 413. sayısında tefrika edilmeye başlanan Aşk-ı Memnu romanın ilk sayfası yer almaktadır.  

Aşk-ı Memnu ise 1899- 1900 yılları arasında yine Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilmiş bir romandır. Eser bir yandan dile düşmüş bir annenin kızı olan Bihter’in maddi sebepler ve annesinden kaçmak için kendinden yaşça büyük ve dul Adnan Bey’le evlenmesi ve daha sonra Adnan Bey’in yeğeni Behlül’le yaşadığı yasak aşk neticesinde tüm aileyi yıkıma sürüklemesini anlatırken; diğer yandan Adnan Bey’in kızı Nihal’in bu koşullar altındaki gelişimini konu alır. Moran romanı, Nihal’in on üç on dörtlü yaşlarından başlayarak birkaç yıllık büyüme evresini anlatması nedeniyle bildungsroman (büyüme romanı)  kategorisine iliştirir. (Moran, 2018:104)

            Uşaklıgil’in söz konusu bu iki eseri Servet-i Fünûn dergisinde tefrika edilmeleri ve yazarın en önemli eserleri olmaları dışında realizm etkilerini taşımaları açısından da bir ortaklık içerisindedir.

Realizm etkisi Türk edebiyatına doğasına uygun bir şekilde romantizmin açtığı kapıdan tesir etmeye başlamıştır. Fransız romantikleriyle Tanzimat’tan itibaren kurulan ilişki Namık Kemal’i bol hayaller, duygularla beslemiş; onun üslubunu sanatkârane olmaya yönlendirmişti. 1880 sonrasında realizm kendini belli etmeye başlamış fakat bu etkileşim etkisini, verilen eserlerde kısmen gösterebilmiştir. Bu dönemde realizm yönelimi gösteren Araba Sevdası, Sergüzeşt ve Zehra romanlarına rağmen romantizmin etkisi tam anlamıyla kırılamamıştır. Servet-i Fünûn nesli romancıları 1880- 1890 yıllarını kapsayan yetişme dönemlerinde, Türkçe romanlarda daha çok romantizmle karşılaşmışlar, 1900’e kadar realizmin usta isimlerini okumamışlardır. Bu nedenle kendilerini romantizmin etkisinden kurtaramamışlardır. (Akyüz, 2017:111)

            Halit Ziya da bu neslin önemli isimlerinden biri olmasıyla beraber aldığı eğitim nedeniyle Fransız edebiyatının nabzını daha yakından takip edebiliyordu. Daha Fransız lisesinde eğitim gördüğü yıllarda, büyük romantik ve natüralist klasikleri okuyan Halit Ziya, 1895 yılında Türk dilinde Fransız edebiyatına dair ilk kitap olma özelliği taşıyan Garptan Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransız Tarih ve Numune-i Edebiyatı adlı eserini kaleme almıştır. 1889’da basılan makalelerinde hikâyenin tarihi gelişimini anlatırken “hayaliyûn” (romantikler) ve “hakikiyun” (realistler) olmak üzere bir sınıflandırma oluşturuyor, olumlu örnekler olarak Flaubert ve Zola’yı zikrediyordu. Yine Türk edebiyatına İbranî, Hint, Rus ve İskandinav edebiyatlarını ilk kez tanıtıyordu. [1] (Kaplan, 2016:160,161) Dünya edebiyatlarına hâkimiyeti Halit Ziya’daki evrensellik düşüncesini desteklemiş olmalıdır,  bu sayede onun bilinçli olarak eserlerine şekil verirken realizmden faydalandığını söyleyebiliriz. Bunun yanı sıra Halit Ziya dönemindeki diğer yazarlar gibi devrin modası olan Fransız romanını aşamamış (Tanpınar, 2016:286)  klasik Fransız roman geleneği etkisinde kalarak romanlarında aşk üçgenlerine yer vermiştir. (Kaplan, 2016:163) Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnu eserlerinde Halit  Ziya’nın bu gelenek ve realizm etkisinde kaldığı farklı parçalar mevcuttur.

1850’den sonra, romantizme tepki olarak ortaya çıksa da aslında romantizmin kaçınılmaz bir neticesi olan realizm temelde pozitivizmin edebiyata yansımasıdır. Auguste Comte’un meydana getirdiği bu düşünce sistemi, bilimsel araştırmalardaki ilerlemelerin her geçen gün değişmez kanunlar ortaya çıkartmasına paralel olarak evrene ve insana dair olayların açıklanmasında teolojik ve metafizik açıklamanın yerini almıştır.(Weber, 2015:419) Bilimsel yöntemin beş duyudan hareket eden gözlem ve deney yoluyla gelişen pozitivizm, insan ve tabiata dair değişmez denklemler, kanunlar ortaya çıkardı. Realizm ise bu gelişmeler sonucunda, nativizmin (doğuştancılık)[2] yerini ampirizme[3] bıraktığı bir dönemde meydana gelmiştir.(Kefeli, 2017:91) Bu ampirik döneme geçiş realizmin içinden natüralizmi çıkarmasına sebebiyet verecektir.

            Mai ve Siyah’ın ana karakterini teşkil eden Ahmet Cemil idealize edilmesi nedeniyle realizmin ön gördüğü çok yönlü karakter prensibini kısmen bozan bir karakterdir. Realizm gözlemden yani gerçekte var olandan beslendiği için gerçek hayatta yaşayan insanlar gibi roman karakterlerinin de çok yönlü olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu idealizenin nedeni Ahmet Cemil’in, Halit Ziya’nın da içinde bulunduğu Servet-i Fünûn aydın topluluğunun sembolleşmiş hâlini meydana getirmesinden ileri gelmektedir. Yine aynı romanda eski edebiyatı karşılayan Raci karakteri de tip denebilecek bir mahiyette eski-yeni edebiyat çatışmasının “saf kötü” yanını meydana getirmekte. Edebiyatçı kimliği dışındaki birey ve aile üyesi yanlarının da “kötü- ahlaksız” yansıtılması ve bu kötülüğün bir nedensellik bağlamına oturtulmaması romanın bir başka çatışma unsurunu oluşturan eski-yeni çatışmasını realizm dışında,  Ahmet Mithat’ın Felatun Bey ve Rakım Efendi romanındaki gibi romantik bir düzlemde işlemiştir. Bununla beraber Akyüz, karakterler romantik olsa da yazar realist kalmıştır diyerek yazarın hayat karşısında denediği Ahmet Cemil’in yenilmiş ve hayal kırıklığına uğramış olarak bu imtihanlardan çıktığını belirtir. Bu açıdan Flaubert’in Madam Bovary’si ile Ahmet  Cemil arasında bir paralellik kurar.(Akyüz, 2017:115) Bu fikir ampirik bir anlayışı yansıtmakta, söz konusu romanı daha natüralist bir düzleme çekmektedir. Zola’da gördüğümüz; karakterin olaylar, koşullar ve belli bir çevre içine atılmasıyla açığa çıkan karakteri bu romanda ne kadar vardır, tartışmaya açıktır.

            Aşk-ı Memnu’da ise Behlül’ün çapkınlığının, karakterin geçmişi ya da genetiğine atfedilmemiş,  temellendirilmemiş oluşu karakterizasyondaki romantik yönelimlerdendir.  Realizm karakterlerin çok yönlü ve bu karakterlerin vasıflarını kalıtımsal yollarla, çevreleriyle, yaşadığı koşullarla ya da geçmişlerindeki izlerle kazandıklarını ileri sürmektedir. İki romanın da bu romantik eğilimleri, Servet-i Fünûn romanının hâlâ romantik edebiyatı tam anlamıyla aşamadığını gösteren örneklerdir.

            Realizmin H. Taine’nin görüşleri ve gözlemcilik ışığında kazandığı,  karakterizasyonda mekânın kullanımı Mai ve Siyah’ta sınıfsal, maddi bir düzlemde kalırken Aşk-ı Memnu’da incelikle işlenmiştir. Özellikle bu mekân tasvirlerindeki ayrıntılar karakteri yansıtması açısından önemlidir. Behlül’ün odası tasvir edilirken teferruatla sıralanan ufak tefek tüm eşyalar onun çabuk sıkılan, maymun iştahlı yapısını gözler önüne serer niteliktedir.(Kerman, 1996:117) Yine Bihter için tertiplenmiş yatak odasının tasviri, Nihal’in Adalar’daki beyaz yatak odası, romantizmde yalnızca bir fondan ibaret olan çevrenin realizmde yazarın işlediği karakteri okuyucusuna taktim etmede önemli bir araçtır. Ayrıca oluşturulan duygusal atmosferi de destekleyen bir elemandır. (Kefeli, 2017:94) Mai ve Siyah’ta ise Ahmet Cemil’in Süleymaniye’deki aile evi ve çevresi, Hüseyin Nazmi’nin Erenköy’deki evi ve çevresi bu mektep arkadaşlarının yaşamlarındaki farkı vurgulaması, Bâb-ı Âli ise dönemin edebiyat ve aydın çevresini yansıtması açısından önemlidir. Yine aynı romanda Raci’nin düştüğü Beyoğlu eğlence mekânları ve hastane de ustalıkla, ayrıntılarla bezenerek yansıtılmıştır. Yine de Mai ve Siyah’taki mekân kullanımı karakterizasyon açısından Aşk-ı Memnu kadar etkili değildir.

 Halit Ziya karakterizasyon aşamasında mekân kadar fizyonomi ve karakterlerinin giyim kuşamlarını da kullanmıştır. Ahmet Cemil hem dış görünüşü hem de giyinişiyle idealize edilmiş orta sınıf aydın portresini çizer. Bihter ve Nihal’in giydiği kıyafetler, Nihal’in dış görünüşü de yine bu yönelimin eserleridir.

Realizm iki farklı açı ile yoluna devam etmiştir denilebilir, bunlardan birincisi Tolstoy ve Flaubert’in oluşturduğu karakter gözlemiyken, ikincisi Balzac ve Goncourt’ların teşkil ettiği töre gözlemidir.(Yetkin, 1967:48)  Karakter gözleminde genel içerisinden sıyrılan bir karakter gözlemlenmiş, eserin yansıtmak istediği gerçeklik bu karakter odağında meydana çıkmıştır. Aşk-ı Memnu’nun bu sınıfa daha yatkın olduğu iddia edilebilir zira roman münferit parçalar dışında dışarısının etkisinden uzak izole bir çevre içerisinde farklı kişilikteki karakterlerin çatışmaları üzerine kurgulanmıştır. (Moran, 2018:91) Aynı anda sürdürülen Bihter ve Nihal karakterlerinin, genel içerisinden sivrilen iç çatışmalarına odaklanılır. Mai ve Siyah ise töre gözlemi sınıfına yerleştirilebilir çünkü bu sınıfta; orta sınıftan, alelade bir karakterin üzerinden insanın bütün bir sınıfla benzerliği, insani olgulardaki evrensellik yansıtılmaya çalışılır. Ahmet Cemil orta sınıftan bir karakterdir ve Aşk-ı Memnu’ya nazaran Bâb-ı Âli gibi daha açık bir çevrede de onu görebiliriz. Elbette iki roman da insan ruhunun evrenselliğine, nedensellik ilkesi ile şekillenmiş kanunlar üzerine kurgulanmıştır. Mai ve Siyah’ta, içinde bulunduğu gerçekliğin gerekliliklerine boyun eğmeyerek hayaller âleminde yüzen ve bu durum nedeniyle gerçek hayat karşısında pasif, edilgen hâle gelen Ahmet Cemil basit bir hayal-gerçek çatışmasından öte pozitivist bir yaklaşımla gerçekliğin gerekliliklerine göre hareket edilmediğinde ortaya çıkanları yansıtır. Bu anlayış belki Spinoza’nın panteizmi içerisinde açıklanabilir. İçinde bulunduğu koşullar ve yetiştiği çevre, bulunduğu sınıfın ona biçtiği kadere boyun eğmeyen Ahmet Cemil, bu hatasının bedelini kardeşiyle öder. Hayat karşısında sürüklenen, iradesiz insan Tanzimat’ın geliştirdiği iradeli insan anlayışına aykırıdır. Bu aykırılık Servet-i Fünûn romanının halkı eğitmek, yönlendirmek amaçlarını taşımamasından ileri gelmektedir. Aşk-ı Memnu’da ise Bihter’in;  her ne kadar inkâr etse de kalıtımsal olarak taşıdıkları, yalıdakilerin ona karşı yaklaşımı, cinselliğini tatmin edemeyen kocası yani koşullar nedeniyle ortaya çıkan kaderinden kaçamayacağı işlenir. Aşk-ı Memnu’daki determinizm ciddi bir ampirizm etkisindedir hatta kişinin kaderi karşısında iradesiz olduğuna kadar götürülebilecek bir anlayışın olduğu dahi iddia edilebilir. Bu durum Servet-i Fünûn melankolisinin yalnızca romantizm ile değil realizm etkisiyle düşünce dünyasına giren determinizmle de alakasının olduğu düşüncesine kadar bizi götürebilir. Daha doğrusu romantizm, realizm ve natüralizm arasındaki çizgilerin düşünüldüğü kadar keskin olmadığı neticesine ulaşabiliriz.

Her iki romanın ana karakterleri, kişiliklerini oluşturdukları hatta Nihal’de gelişim çağındadırlar. Ahmet Cemil ve Bihter yirmili yaşlarında genç insanlardır. Bu tercih karakterlerin kalıtım yolu ile taşıdıkları vasıfların gelişimleri ile açığa çıktığını göstermek adına yapılmış olabilir; bu amaç da kolaylıkla realizmin soya çekim anlayışıyla ilişkilendirilebilir.

Halit Ziya realizmin getirdiği gerçeklik ve nedenselliği; döneminin siyasi baskıları, karakteri ve etkilendiği Fransız edebiyatının etkisiyle kişilerin iç dünyalarına taşımıştır. İki romanda da yaşanan çatışmalar sosyal bir çevrede değil kişilerin kendi iç dünyalarında cereyan eden çatışmalardır. Ahmet Cemil’in hayalperestliğinin doğurduğu edilgenliği sonucunda kardeşini kaybına kadar giden trajiklik onun kendi içinde bir hayal- gerçek çatışmasına girmesini sağlar. Aşk-ı Memnu’da ise Behlül’ün bir sevgi nesnesi olarak iki kadın arasında paylaşılamaması dışında Bihter’in iç dünyasında meydana gelen çatışmalar ve Nihal’in iç çatışmaları sosyal bir düzlemde değildir. Halit Ziya nedensellik ilkesini bu psikolojik bağlamda ustaca uygulamaya geçirmiştir. Bihter’in Nihal tarafından sevilmemesi tamamen psikolojik bir nedenselliğe bağlıdır.(Moran, 2018:101) Bihter bir üvey anne olsa dahi başta kendini sevdirme çabasına girmiş bir yıl kadar iyi bir eş olmaya çabalamıştır. Göksu gezisinde bastırdığı arzularının uyanması, eve bir hanım gelmesiyle rahatları kaçan hizmetliler ve Nihal’in mukavemeti sonucunda annesinden gelen kalıtımsal güç ve içgüdü açığa çıkmıştır. Bihter’in annesinden gelen karakteri, Halit Ziya’nın önceki romanlarındaki dile düşmüş ama kibar hayatta yerleri olan anne kızlarının zirvedeki örneğidir. (Enigünün, 2018:329) Halit Ziya’nın bu anne-kız ilişkisi üzerinde yani bu psikolojik nativizm üzerinde uzun zamandır çalıştığı rahatlıkla söylenebilir. Aşk-ı Memnu’daki psikolojik gerçeklik Mai ve Siyah’takine nazaran çok daha iyi oluşturulmuştur. Psikanalitik bir okumaya tabi tutulduğunda Bihter’in bir Elektra sendromu içerisinde olduğu ve Nihal’in yaşının, annesizliğinin etkisiyle bir duygu durum bozukluğu içinde olduğu da düşünülebilir. Bu tespitler Uşaklıgil’in romanlarında psikolojik gerçekliği ne kadar iyi düzenlediğini gösterir niteliktedir.

Realist romanın gösterdiği yolda ilerleyen Halit Ziya, romanlarında tarafsız kalmaya ve sonuç çıkartamamaya çalışır. (Moran, 2018:94) Turgenyev’in “Romancı ile romanlarının kişileri arasındaki göbek bağı kesiliyor.” ifadesi Uşaklıgil tarafından desteklenmiş olsa da karakterlerinin kendi şahsından tamamen sıyrılmasının imkânsızlığının altını çizer. Aktaş’ın ebeveynlerinden birini kaybetmiş, hayat karşısında yalnız kalmış karakterler olarak sınıflandığı roman kişilerini, Halit Ziya’nın gerçek hayatta annesiz kalmasına bağlaması bu imkânsızlığın göstergeleri arasında sıralanabilir. Zira Aşk-ı Memnu’da Nihal’in annesiz ve hayat karşısında kolu kanadı kırıklığı ve Bihter’in babasızlığı; Mai ve Siyah’ta babasını kaybeden, yeni taraftarı, edebiyata meraklı idealist Ahmet Cemil genç yazarın kendi kimliğini derinlere gömdüğü karakterler olarak kabul edilebilir.

Söz konusu iki romanda da Flaubert’in önerdiği şekilde sosyal, ahlaki, siyasi bir tez savunulmamaktadır. Servet-i Fünûn romanı hemen hemen sosyal meselelere hiç değinmemiştir. İstibdat döneminin getirmiş olduğu siyasi baskılar herhangi bir sosyal meselenin romanlara taşınmasını imkânsız kılmış bu nedenle Servet-i Fünûn romanı sosyal hayatı yalnızca tasvirde kullanmış, tahlili kahramanların iç dünyasına taşımıştır. (Akyüz, 2017: 112) Sosyal meselelerle uğraşamamaları onları içe kapanık bir hâle getirmiş ve bütün duyguların tahliline götürmüştür. (Enigünün, 2018: 327) Mai ve Siyah özellikle bir sosyal meseleyi ele almasa bile sosyal hayatı yansıtması açısından Aşk-ı Memnu’dan ayrılır. Ahmet Cemil’in çocukluğu ve ev hayatının anlatıldığı kısımlar, Bâb-ı Âli’deki yayıncılık hayatı gerçekçi ve objektif olarak bir sosyal probleme parmak basılmaksızın sadece kahramanların içinde yaşadıkları çevrenin gerçekçi tasvirleri olarak karşımıza çıkar. Aşk-ı Memnu’da bu dış çevre bir iki Beyoğlu mağazası ve yine kapalı olsa da evlilik merasimini gösteren birkaç sahne dışında yoktur. Her iki romanda da çevre ortaya sosyolojik bir tespit koymak adına tasvir edilmemiştir. Odak noktası bireylerin iç dünyaları ve burada gerçekleşen çekişmelerdir, sosyal hayat bu bireylerin şahsiyetlerini aydınlatmak için kullanılan bir araç vazifesindedir denilebilir.(Akyüz, 2017:117) Mai ve Siyah’ta görülen edebiyat çevresi, gazetecilik ve matbaacılık yazarın kendi hayatında deneyimlediği ortamlar olması nedeniyle gerçekçidir. (Enigünün, 2018: 328) Halit Ziya bu çevrelerin tasvirinde realist okulun gözlemci ve ayrıntıcı öğretisini başarıyla kullanmıştır. Her iki romanda da Goncourt Kardeşler ve Daudet gibi eşyaya bakış ve sanatkârane üslup bakımından realizm etkileri görülür. (Tanpınar,2016:289)

Sonuç olarak kısmen romantizm etkileri görülse de Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnu eserlerinde açık bir realizm etkisi bulunmaktadır. Aldığı eğitim ve yönelimi neticesinde Halit Ziya realist Fransız edebiyatını yakından takip ederek bilinçli olarak realist romanlar kurgulamıştır. Bu romanlarda realist okulun nedensellik ilkesi, objektif ve ayrıntılı tasvir, mekânın karakterizasyona etkisi gibi yöntemlerini başarıyla kullanmıştır. Bunun yanında dönemin siyasi baskıları, yazarın kişiliği ve Fransız roman geleneğinin etkisi ile sosyal hayat, bir sosyal problemi yansıtmaktan uzak,  roman kişilerini aydınlatmak için kullanılan bir araçtır. Yazar objektif kalarak sonuç çıkarmamaya çalışır. Bu gösterilen yönleriyle Halit Ziya’nın Mai ve Siyah ve Aşk-ı Memnu romanları realist romanlardır.


[1] Hizmet için giriştiği bu proje, Berna Moran’ın Aşk-ı Memnu’yu mitos düzeyinde okumasını destekleyebilecek bir bulgudur. Dünya edebiyatlarını böylesine sıkı takip eden bir romancı anlatılar içerisindeki gömülü tekâmülü bilinçli ya da bilinçsiz olarak eserlerine yansıtmış olabilir. Mai ve Siyah’ta Ahmet Cemil’in Aşk-ı Memnu’da  Nihal’in neticede  oluşturdukları dairesel hareket de bu okumayı destekler niteliktedir.

[2] Nativizm: Ruha dair etkilerin doğuştan geldiğini savunan öğretilerin genel adı. (Kefeli, 2017:91)

[3] Ampirizm: “Deneycilik, Bilginin yegâne kaynağının deney olduğunu, zaman ve mekândan bağımsız a priori bilginin olmadığını, bütün gerçek ve güvenilir bilgilerin, son tahlilde, gözlem ve deneye indirgenebilir nitelikte olduğunu savunan yaklaşım.” ( Acar ve Demir, 1992: 89)

KAYNAKÇA:

  1. Acar, M. ve Demir, Ö. (1992). Deneycilik. Sosyal Bilimler Sözlüğü. İstanbul :Ağaç Yayıncılık. 
  2. Aktaş, Ş. (1996). Halit Ziya Uşaklıgil’in Romanlarında Tema. Türk Dili, 529, 107-115.
  3. Akyüz, K. (2017). Modern Türk Edebiyatı’nın Ana Çizgileri 1860-1923. İstanbul: İnkılâp Kitabevi.
  4. Enginün, İ. (2018). Yeni Türk Edebiyatı Tanzimat’tan Cumhuriyet’e (1839-1923). İstanbul: Dergâh Yayınları.
  5. Kaplan, M. (2016). Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar. İstanbul: Dergâh Yayınları.
  6. Kefeli, E. (2017). Batı Edebiyatında Akımlar. İstanbul: Dergâh Yayınları.
  7. Kerman, Z. (1996). Halit Ziya’nın Romanlarında Karakter Yaratma Usulü Olarak Mekân Kullanımına Bir Bakış. Türk Dili, 529, 116-120.
  8. Moran, B.(2018). Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış I Ahmet Mithat’tan A.H. Tanpınar’a. İstanbul: İletişim Yayınları.
  9. Tanpınar, A. H. (2016). Edebiyat Üzerine Makaleler. (Haz. Z. Kerman). İstanbul: Dergâh Yayınları.
  10. Weber, A. (2015). Felsefe Tarihi Felsefe, Metafizik ve Bilim. İstanbul: Kabalcı Yayıncılık.
  11. Yetkin, S.K. (1967). Edebiyatta Akımlar. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir