Lanthimos’un yeni filmi Poor Things (Zavallılar) geniş bir izleyici kitlesi ile buluştu ve izleyiciden bu genişlikle yarışır bir spektrumda tepkiler aldı. Kimileri filmden bir feminist zafer çıkartırken, kimileri yönetmenin amacının zaten bunu sorgulayacak bir zemin oluşturmak olduğunu iddia etti. Bense bu kısa yazıda, yazarın amacını veya bunda ne kadar başarılı olduğunu sorgulamaktansa, kadın mücadelesi perspektifinden filmin kendisini ve yönetmenin bakış açısını mercek altına alacağım. Yazı hâliyle bolca spoiler içerecek ancak izlemediği hâlde bundan rahatsız olmayıp yazının başına oturmuş okuyucuya da yazı anlaşılmaz olacağı için bir “dur” işareti koymak istedim. Bu yazı tartışmalara giriş niteliği taşısa da filmin detaylı bir analizi daha uzun bir inceleme gerektirecektir.
Gümüş Ekranda Kadının Özneleşme Sorunu, ya da Popüler Tabiriyle “Male Gaze”
Bir “ötekinin filmi” olma iddiasında olan Zavallılar filminin, bize modern bir Frankenstein’ın canavarını vaat ettiği başa yazılmalı. Orijinalinde, ölümden geri çağırılan canavarımız korkunç görünüşü yüzünden toplumdan dışlanır ancak ait olmaya ve kabul edilmeye dair içinde tükenmeyen bir istenç vardır. İçindeki sevgi ve toplumdaki nefret bir kontrast oluşturup iyiliğin ve kötülüğün doğasını sorgulamaya iterek eserin temel çelişkisini doğurur. Yaratımını reddeden yaratıcı, doğuştan suçlu bulunmuş yaratık ve canavarın karakterini inşa sürecinde “öteki” olmanın etkisi gibi sorunlar masaya yatırılır. Cinsiyetler değiştirilip bu sefer canavar deney masasında bir kadın olarak yaratıldığındaysa, onu öteki yapan temel de değişir. Bella, her şeyden önce Latince “güzel” olarak tanımlanır. Film, kadının metalaştırılmasını incelemek için yola koyulsa da kadının varlığının metalaştırılması için “güzel” olarak algılanmasının bir koşul olmadığını biliyoruz. Ancak Frankenstein’ın canavarı ne zaman bir kadın olarak yaratılsa, erotize edilmesi filmler arası bir devamlılık arz ediyor. Ve Lanthimos’un filmi alışılmadık yorumları yapma cesaretiyle övündüğü halde Frankenstein’ın canavarının kadın tasvirini yaparken öncülleri gibi “seksi bir canavar” ortaya koyma geleneğinden kendini alıkoyamıyor.
Peki nedir bu “nesneleştirilme”? Film boyunca Bella Baxter’ın çeşitli karakterler tarafından sürekli nesneleştiriliyor olmasına inat kendini var etme çabasını izliyoruz. Godwin karakteri için bir deney objesi, asistan McCandles için evlilik materyali, Duncan için özgürlüğü ve cinselliğiyle baştan çıkartıcı bir seks objesi, teknedeki kinik Harry için umutlarını kırdıkça kendi umutsuzluğunu haklı çıkartacağı toy bir öğrenci, genelevdeki kadın için bir para kapısı ve gelen erkekler için karşılığı ödendiği müddetçe bedenine erişim hakkı kazanılan bir tüketim nesnesi. Her şeyden önce bir çocuk olan Bella, toplum tarafından işte böyle parçalara bölünüp her tarafı farklı bir kullanım değerine sahip olduğu için çekiştirilmesi suretiyle kendini kadın deneyiminin içinde buluyor. Peki yönetmen için Bella kim? Bunu ise filmde olmayan şeyler üstünden anlıyoruz. Öncelikle regl olmayan, “uygun olmayan”, hiçbir yerinde kıl tüy çıkmayan bir kadın vücudu! Kamera McCandles’ın gözünden bakarken bir bebek olduğu gerçeğini atlayıp Bella’nın erişkin vücudunu objeleştirdiğinde, kameraya bir lens daha ekleniyor ve yakınlaştırılıp çıplaklığı gösterilen vücudunu erişkinliğin hiçbir kusuru (!) olmayan bir şeklinde görüyoruz. Bu üstünden atlanan detaylar için de McCandles’ın “Male Gaze”i gerekçe gösterilemez diye düşünüyorum. Fiziksel olarak bir kadının bedeninde olmanın detayları cinsel olgunluğun bir belirteci olması dışında nasıl reddediliyorsa, benzer bir şekilde, bir çocuğun beynini taşıyor olması da bir masumiyet ve deneyimsizlik belirtecine indirgenerek erken cinselliğin oluşturduğu travma reddediliyor. Beyni ne kadar hızlı gelişiyor olursa olsun soyut düşünme yeteneği henüz gelişmemiş karakterimiz, cinselliği anlayacak veya ifade edebilecek kavram setine henüz ulaşmamış olduğu halde bunu yaşamış olmasından kaynaklı herhangi bir travma yaşamıyor. Aksine, film bütün gelişim psikolojisini bir bilim olarak karşısına almak pahasına bu travmatik olayı, bir erkekle yaşanan cinselliği, bir özgürleşme olarak göstermek adına siyah beyaz lensten kurtulup renkli sahnelere geçmek için mihenk taşı olarak seçiyor. Bunun dünyaya rengini getirecek bir deneyim olduğu anlatısı Bella’ya mı, Lanthimos’a mı ait; bunun cevabını vermek hiç de zor olmamalı.
Bir film tek başına ayakları üstünde durabilen bir eser olması gerektiğinden kaynak materyali üstünden çıkarımlarda bulunmak genelde o filmin eleştirisine katkıda bulunmaz. Ancak burada, kitapta olduğu halde dışarıda bırakılan çok önemli bir detay, yönetmenin tercihlerini çözme işine bir ışık tutabilir. Kitapta, McCandles tarafından anlatılan bu fantastik hikâye Bella ile evlenmesiyle sonuçlanıyor. Kitabın sonuna Bella tarafından eklenen kısımda ise, dinlediğimiz hikâyedeki bütün uçuk detayların (Bella’nın yetişkin bedeninde bir çocuk olması gibi), McCandles’ın kendi kendine uydurduğu bir fantastik açıklama olduğunu öğreniyoruz. Karakterin bunu yapma gerekçesi bütün hayatı boyunca sınıflı toplumun sonucu olarak sömürülmüş bir kadının kendini keşfetme sürecini algılayabilecek bir zihin dünyası olmaması. Film ise bu detayı dışarda bıraktığında, elimizde yalnızca bir erkek tarafından kendi fantezisi ve kendi kavrayışı için kendi kendine anlatılmış bir hikâye kalıyor. Filmin bütün bu hikâyeyi bir kadının otantik deneyimiymiş gibi göstermeye çalışmasıyla da buraya kadar yazılmış bütün sorunları eleştiren bir ayna olma ihtimali aynı anda buharlaşıyor. Ancak bu bir film eleştirisi olduğu için, kitaptaki bu detayı tıpkı Lanthimos’un yaptığı gibi göz ardı etmek zorundayız.
“Kadın Doğulmaz, Olunur”: Tarihsellik ve Özgürleşme
Bütün bu nesneleştirme karşısında Lanthimos’un Bella’sının kendini nasıl var etmeyi seçtiğine bakmanın filmin çizdiği “kurtuluş”u anlamanın anahtar noktası olduğu aşikâr. Bedeninin annesinin olduğunu keşfeden Bella, annesinin yaşantısını ve onu intihara sürükleyen nedenleri öğrenmek için babasıyla birlikte gider. Birçok kadın için toplumsal roller ağına adım attıkça annesinin hayatını, onun mücadelesini üstlenmiş olduğunu fark ettiği sürece denk gelen bu kısım filmde yeterince işlenmemiştir. Daha doğrusu, tarihsel sorunları sembolize eden karakterler yaratmak ile tarihsel sorunları kişiliklere indirgemek arasındaki fark burada temel belirleyici olmuştur. Film baba karakterini, evdeki diğer çalışanlara ve karısına malı gözüyle bakması ile ortaya koyar, ancak buradaki ana sorun mülkiyet ilişkileri ve buna bağlı olarak gelişen metalaşma süreci değildir. Velhasıl buradaki bütün problem filmin sonunda Bella “girl boss” olarak bahçede otururken “kötü” karakterin vücuduna bir keçinin beyninin koyulması ile çözülmüştür. Bu kulağınıza insan bedeninin mülkiyet ilişkileri çemberinden çıkması için uygulanmış sistematik bir çözümden ziyade bir karakterin şahsından bu sefer onun bedenini ele geçirerek alınan bir intikam gibi geliyorsa bu öyle olduğu içindir. Öncesinde sosyalist buluşmalara giden ve kendini komünist olarak tanımlayan Bella, seks işçiliğini “kendi üretim araçlarını özgürleştirmek” olarak tanımlar. Oysa Marksist teoride kadın da bütün varlığıyla özel mülkiyete dayalı üretim ilişkilerinin yarattığı metalaşma sürecinin kurbanı olmuştur. Özgürleşme ise tarih sahnesinden bu üretim ilişkilerinin kaldırılması ve metalaşma sürecinin tersine çevrilmesiyle mümkün olacaktır. Ancak Lanthimos burada suya ve sabuna dokunmayı “seçmez”.
Özgürlük kavramının içini boşaltan bir başka hatsa Lanthimos’un Bella’sının özneleşmek için objeleştirilmek ile barışması ve bunu insan ilişkileri içerisinde bireye var olmak için alan açan tek yol olarak görmesidir. Yazının ilk kısmında Bella’nın çeşitli karakterler tarafından nesneleştirildiğine dikkat çekmiştik. Film boyunca normalleştirilen bu süreç, filmin sonunda Bella’nın hemen bütün karakterleri affetmesi ile sonuçlanır. Godwin ne kadar hiçbir medikal zorunluluk olmadığı halde sırf kendi kişisel hedefleri için onu bir deney nesnesi haline getirse de ona hayatta bir şans tanımıştır. McCandles ne kadar Bella’yı bir çocuk gelin olarak aldıysa da seks işçiliği yapmış olmasını yargılamamıştır. Duncan zavallı bir çocuk-adam olsa da ve Harry kendi üzüntüsüyle baş edememenin acısını Bella’dan çıkartsa da bu karakterler Bella’ya dünyayı keşfedeceği ortamı hazırlamışlardır. Sonuçta hepsi onu kullanmaya çalışmış ancak sorunlar Bella tarafından bu kullanıma dayalı ilişkilerini yıkarak değil bunların üstüne çıkarak çözülmüştür. Değiştirilmesi kategorik olarak imkânsız olan her sorun, sorumluluğu o karakterin üstünden alır, böylece izleyiciden de bu karakterlerin elinde olmayan sebeplerle sergiledikleri davranışları nihayetinde kabul edilebilir bulması beklenir. Bella’nın özgürlüğü de bu ilişkileri olduğu gibi kabul etmek ve çeşitli manevralarla var olan sistem içerisinde, sistemin kaidelerini sarsmadan var olabilmekle tanımlanır. Bir kadına özgürce var olmasını söylemek için ne kadar geniş bir alan!
Özgecan Çelik