“Hayatta, kaybetmekten bıktığınız, artık kaybetmemeye karar verdiğiniz ama sonra kaybetmeye devam ettiğiniz bir an gelir. Sonra gerçekten kaybetmeye bir son vermeye karar verirsiniz ve kaybetmeye devam edersiniz. Kaybetme o kadar uzun sürer ki daha ne kadar düşebileceğinizi merak ederek izlemeye başlarsınız.”
George Saunders’ın İkna Ulusu, adının da çağrıştırdığı gibi ikna etmeyi ve edilmeyi seven bir toplumun, Amerika’nın serencamını sunuyor. İşçi sınıfından, göçmenlerden beyaz yakalılara kadar renkli bir karakter yelpazesi görebiliyoruz. Öykü kitabı hakkında yapılan genel yorumlardan biri “Black Mirror gibi” olması. Burada görsel medyumun yazıyı ne kadar ezdiğini kabul etmemiz gerekir. Black Mirror 2011 yılında ekranda ilk kez yayımlandı. İkna Ulusu’nun ilk basım tarihi 2006. Aslında Black Mirror için “İkna Ulusu gibi” denilmesi gerekiyor. Öyküler dört bölüm altında toplanmış, her bir bölümde ulusun düşmanları ve yöntemleri üzerine bir alıntı var. Neredeyse bütüncül bir kitap olan İkna Ulusu toplumların nasıl yönlendirmeye ve manipülasyona açık olduğunu ve bu yöntemlerin aşağılayıcı derecede basit olduğunu gösteriyor. Neredeyse bütüncül diyorum çünkü bazı öykülerde topuzun ayarı kaçmış. İlk bölümden başlayacak olursak, distopik, bilimkurgu türünde öyküler Saunders alaycılığıyla yazılmış.
Karşımıza çıkan ilk öykü “Konuşabiliyorum”, Saunders’ın hayal gücünü alaycılıkla birleştirdiğini net olarak görebildiğimiz öykülerden biri. Çocukların yaş seviyesinin üstünde tepkiler verebilmesini sağlayan bir icat firmasının müşteri hizmetleri çalışanının, gelen şikâyet üzerine müşteriye dönüş yaptığı bir mektubu okuyoruz. İnsanların şu dönemlerde daha da hızlandırdığı çocuk yarıştırma furyasına da iyi bir gönderme. Herkes çocuklarının bebeklik döneminin muhteşem olduğunu düşünürken hızlıca büyümelerini de istiyor. Aileler çocuklarının zeki olmalarını, hemen konuşmalarını, evlatlarının kendilerini şaşırtmalarını ve bunlarla hava atabilmeyi istiyor. Bu icat biraz da bunun için geliştirilmiş. Öte yandan, deliliğin her alana nüfus ettiğini mektubu yazan müşteri hizmetlerinin tonunda da görmek mümkün.
“Torunum” öyküsü bilimkurgusal açıdan oldukça başarılı bir öykü. İnsanlar için en idealini düşünen devletler, bunu teknolojiyle halkına sunuyor. Ama sunmaktan ziyade diretiyor. Sisteme pek alışamamış bir dedenin torunundan vazgeçmeyişi bu atmosferde eğlendiriyor. Çoğu kişi tarafından işe yaramaz olduğu düşünülen torununu hayata kazandırabiliyor dede.
“Jon” adlı öyküde de benzer bir dayatmayı nispeten daha klasik bir bilimkurgu dünyasında gösteriyor Saunders. Burada da ideal insanlar yetişsin diye tavuk çiftlikleri gibi, çocukları bir araya getirip, hafızalarını değiştirip (böylece ideal anne ve babalarının olduğunu düşünecekler) onlara “iyi” bir hayat sunuyorlar.
“Benim Değişimim” öyküsünde insanların yanlış düşüncelere nasıl saplanıp kaldığını ve buna gerçekten inanabildiklerini görüyoruz. Yine mektup formatında yazılmış. Bir okurun, LGBT+ hakkındaki köşe yazısı üzerine köşe yazarına yazdığı mektupta, okur lezbiyenliğe ya da geyliğe karşı olduğunu söylemekle kalmıyor, bazı feminen erkeklerin, erkeksi kadınlarla evlenmesini de bu kategoriye koyuyor. Hatta bunun için bir skala yapmış. Yaptığı değerlendirmenin sonucuna göre bu tarz evliliklerin de yasaklanabileceğini savunuyor. Kendisinin de zamanında farklı cinsel yönelimlerinin olduğunu ama kendisini “düzelttiğini”, herkesin böyle yapması gerektiğini savunuyor. Yine Saunders alaycılığı, yine muzip bir öykü.
“Kırmızı Kurdele” ve “Adams” öykülerinde şehirli elit kitlenin kendilerini tehdit eden bir durumla karşılaştıklarında nasıl histerik bir tavra büründükleri görülüyor. Mahallede çıkan kuduz vakaları yüzünden bütün köpekler öldürülürken, bunu zevk için yapan karaktere dikkat çekiyor anlatıcı. “Scarlet Letter”ın tersten okunuşu da diyebiliriz. Hawthorne’un eserinde kırmızı kurdele toplumun işaretlediği bir günah geçişiyken, burada da toplumun uğrunda birleştiği bir simge olmuş.
“Noel” öyküsü çok iyi giderken mutlu sona bağlaması “Saunders da eleştirdiği toplumun her şeye rağmen eşitlik sunan bir ortam olduğunu mu düşünüyor?” sorusunu aklıma getirdi. Alt sınıf insanlarını anlatan bir diğer öykü de “Bohemyalılar”. Doğu Avrupa’daki savaşa maruz kalıp göçmüş iki yaşlı kadın öykünün merkezinde. Anlatıcı iyi bir “U” dönüşüyle bitiriyor öyküyü.
“93990” öyküsünde tahakkümün farklı bir çeşidinin yıkıldığını görüyoruz. Bilim insanları manipüle etmek için kullanılırsa tehlikelidir. Bilim bazen aciz olsa da bunu çok çaktırmaz. Bu öyküde de bilimi aciz bırakan bir maymunla karşılaşıyoruz.
“Amerikalı Brad Carrigan” ve “İkna Ulusu” adlı öykülerde de reklamlar ve televizyon absürt bir dille tahkiye edilmiş. Carrigan öyküsünde kaybolmamak için çok dayandım ama pes ettim. Biraz fazla uzun tutulması da buna sebebiyet verdi. Diğer öyküde saçma ve sürreal bir dünyaya giriyoruz. Fakat öykü zaten saçma olan reklamların naziresi.
Saunders alışılmışın dışında ürettiği anlatılarla, zekâsı, sade dili ve hayal gücüyle bezeli öyküler çıkarmış Aynı zamanda da Amerika’yı çok yakından tanıdığını yani iyi bir gözlemci olduğunu da söyleyebilirim.
Bülent AYYILDIZ