Çocukken tuttuğum takımı bir dondurmaya satmıştım. Zenginlik algım, erişebileceğim en yüksek şey oydu benim için. Mahallede birkaç bakkal vardı. Biri hariç hepsi yeni dolaplar, raflar, afili tabelalara kucak kucak para dökerdi. Diğerlerinden ayrı duran, yıkılmaz, sarsılmaz Muhittin Amcam ise belki yüz yıllık bir kerpiç evin altındaki tek göz bakkalını beklemeye devam ederdi. Ne zaman bakkala gidecek olsam önünden geçer, onun gördüğünü bile bile diğer bakkallara girerdim. Çokları yüzüne bakamadan eve döndüğümü bilirim. Bazen çekine çekine onun o küçücük ve inadına tozlu bakkalına girerdim. Etrafa göz attıktan sonra orada olmadığına emin olduğum bir şeyi sorar, yok cevabını alınca da gönül rahatlığıyla diğerlerinden birine giderdim. Muhittin Amca Fenerliydi. Bakkalının her yanı dökülürdü ama özenle her yaz sarı laciverte boyadığı kapısı, penceresi ayrı görünürdü. Biz babadan Cimbomluyduk. Koca sülalede tek çıkıntı kuzenimdi. O da okumuş, üniversite yüzü görmüş olduğundan siyah-beyaz rengine kimse bir şey demezdi. Ama Fenerbahçe lafını duyan başlardı söylenmeye. Hele o eniştem yok muydu, Fenerbahçe lafını duyduğu yeri terk ederdi. Babam öyle çok koyu taraftar değildi. Maçları izlemeye, izleyemezse hemen başucuna koyduğu radyodan dinlemeye çalışırdı. Bazen de -siz hatırlamazsınız- teleteksten fikstür takip ederdi, o kadar.

            Bir yaz akşamı, çocukluğumun son günü, bir dondurmaya tuttuğum takımı satmıştım. Önce kimseye söylemedim. Biri duyar da bir şey söyler diye ödüm koptu. Allah’tan okullar kapalıydı, görsem görsem mahalledeki sümüklüleri görürdüm. Onlara da ben bir şey söylemedikçe bilemezlerdi takımını satan bir dönek olduğumu. Muhittin Amca kanıma girmişti. Onun dükkanına girmeyecektim aslında, dosdoğru gidecek ve aşağıdaki büyük marketten “magnum” alacaktım. Sormayın fiyakamı. Elime hayatımda görmediğim kadar para geçmiş, onu da gidip dondurmaya yatırıyorum. Beni selamsız sabahsız geçerken gören Muhittin Amca boş geçmemişti.

            “Hop kabak, nereye?”

            “Magnum almaya…” diye cevap verdim safça. Bakkalına dondurma dolabı koyduğunu, o dolabın içinde de envaiçeşit dondurma olduğunu bilmiyordum tabii.

            “Gel bak, burada da var.”

            İhanetim burada başladı. Beni tuzağına çekmeyi başarınca bununla yetinmemişti. Gözleri parlaya parlaya sırıtıyordu bana bakarak. Bir örümcek gibi örüyordu ağlarını.

            “Sen hangi takımı tutuyorsun?” diye sordu ansızın.

            “Cimbom.” dedim.

            “Eğer Fenerli olursan sana istediğin dondurmayı bedava veririm.”

            “Vermezsin ki.”

            “Söz veririm. Fenerli olacaksın ama.”

            Şöyle bir düşündüm. Bu işin içinden çıkmanın tek yolu vardı. Ben ondan magnum isteyecektim ki böyle bir fedakarlığa girişemeyeceği için vazgeçsin. Magnum benim için dünyanın en lüks, en pahalı, en zenginlik içeren yiyeceği.

            “Magnum verirsen olur.”

            “İki tane olsun be. Birini şimdi al, diğerini de canın isteyince gel yine veririm. Ama önce Fenerli oldum, en büyük Fener de bakayım.”

            “Fenerli oldum, en büyük Fener.”

            “Sonradan caymak yok ama ha. Öğrenirsem ha…”

            Korktum. Neden korktum, onu da bilemiyorum. Ama iyi korktum. Belki magnumun parasını ister diye belki de adımı dolandırıcıya çıkarır diye korktum.

            “Caymam, Fenerliyim artık.”

            Elimde çikolatalı bir magnumla dükkândan çıktım. Artık hayat benim için çok farklıydı. Öyle ya, bir hain olarak yaşamak zor olacaktı. Bu yaftayı üzerimden ömür billah atamayacaktım. Eğer birileri duyarsa bir daha belimi doğrultamayacaktım belki. Elimdeki magnumu bitirmeme yakın bütün bu düşünceler geçip gitmişti. Aklımdaki tek soru ikincisini almaya gidip gitmemekti. Geri döndüm, bakkalın önüne attığı tabureye oturmuştu.

            “İkincisini almaya geldim.”

            Şaşırdı. Bir yandan da hoşuna gitti. Gülerek konuştu.

            “Hasta olursun be! Baban laf eder sonra bana.”

            Babama söyleyecek miydi yani?

            “Babama söyleme Fenerli olduğumu.”

            “Neden? İnsan tuttuğu takımı söylemez mi hiç? O da bilsin.”

            Kendince beni sıkıştırarak eğleniyordu. Yaptığım hatayı orada fark ettim. Artık gel yanımda bedavaya çalış dese hiç sesimi çıkaramazdım. Onun kölesi olmuştum.

            “Bilmesin, çok kızar.”

            “Tamam tamam söylemem ama ikinci dondurmayı vermem. Sonra vereyim, hasta olma. Hadi bakalım.”

            Dondurmayı alamadan eve döndüm. Kimsenin yüzüne bakamıyordum. Sanki alnımda hain olduğum yazıyor gibi geliyordu. Aksi gibi o akşam Fener-Cimbom maçı vardı. Bütün aile bizdeydi ve bütün erkekler maçı izleyecekti. Hasta rolü yapmaya karar verdim. Eğer yorgan döşek yatarsam maçı izlemekten kurtulur, takımımı sattığımı onlara belli etmezdim. Bir saat kadar sonra babam geldi. Yorgun argın ama yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle koltuğa oturdu. Bana döndü.

            “Muhittin’i iyi işletmişsin ha. Bedava dondurma almışsın. Fenerli yaptım senin oğlanı diye çıktı önüme. O seni enayi yapmış asıl dedim ben de.”

            Konuşmasının sonu kahkahayla devam etti. Düşündüm, dolandırıcılık hainlikten daha iyiydi.

One Reply to “İKİ DONDURMA BİR FENER EDER Mİ?”

  1. Çoğu kişinin hatırlamayacağı ufak detaylarla, günümüzdeki çocukların yaşayamayacağı bir konu, ellerinize sağlık

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.