Eser adı: Gulyabani
Yazar: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Türü: Roman
Yayınevi: İş Bankası Kültür Yayınları
Basım Tarihi: Şubat 2019
19 Ağustos 1864’te İstanbul’da dünyaya gelen Hüseyin Rahmi Gürpınar, yazılarına adeta esin kaynağı olan İstanbul’a sadık kalırcasına yine İstanbul’da 1944 senesinde hayata gözlerini yumar. Henüz dört buçuk yaşındayken pek düşkün olduğu annesi vefat eder ve akabinde babasının yeniden evlenmesinden dolayı anneannesinin yanında kalmaya başlar. Kitaplarında sıkça tasvir ettiği yaşlı, dedikoducu, dırdırcı ve hastalıklı kadın tiplemesinin kaynağının anneannesi olduğundan söz edilir. Çocukluğu anneannesinin yalısında ve kadınların arasında geçtiğinden dolayı eserlerinde kadınların daha ön planda olduğu görülür. Anneannesinin yalısında geçirmiş olduğu çocukluk dönemi Gürpınar’a İstanbul yaşamını ve İstanbul’un renkli kültürünü tüm detaylarıyla öğretmiştir. Yazma serüvenine 12 yaşında, karalama defteri ile başlayan Gürpınar’ın profesyonel anlamda yazma serüveninin başlangıcı 1883 senesine tekabül eder; ilk olarak Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazmaya başlar. İlk romanı olan Şık, yine aynı gazetede 1889 senesinde yayımlanır. Yazılarında halkı hem eğitmeyi hem de güldürmeyi amaçlamıştır. Ona göre sanat, toplum içindir. Toplumun her kesimine eserlerinde değinmeye çalışır, hatta değinmekle kalmaz, usulca hicveder. 1911 senesinde yayımlamış olduğu Gulyabani eserinde yazar, halkın inandığı cin, peri ve gulyabani gibi doğaüstü varlıkları ele alır. Batıl inançlar ve bu inançların halkı nasıl aldattığını ustaca eleştirir.
Önsöz kısmında okuyucudan gelen bir mektup karşılar bizi. Bir Hanımnine olan bu okuyucu, kendisi gibi yaşlı hanımlar ile toplaşıp yaptığı okumalardan, öykü sohbetlerinden bahseder yazara. Esaslı bir korku hikâyesi okumak istediklerini yazara iletir ki bu da o zamanlarda sözlü geleneğin yazıya aktarılma isteğini adamakıllı gözler önüne serer. Yazarın yanıtı ise gecikmez. Yazar, yazım aşamasında gulyabani ile o kadar içli dışlı olur ki bazı geceler yazı odasından gelen sesleri perilere yorduğunu, perilerin gelip de yazılarını çaldıklarını düşündüğünü söyler. Ertesi gün korkuyla sayfaları saydığını, eksik bulamayınca bir oh çektiğini de ekler.
Kitap, şimdilerde 60 yaşını geçmiş Muhsine Hanım’ın henüz genç bir kızken hizmetçi olarak gönderildiği Yediçobanlar Çiftliği’nde başına gelen tuhaf olayı anlatması ile başlar. İstanbul’a uzak, kuş uçmaz kervan geçmez yerde olan bu çiftlik hakkında bazı söylentiler ta İstanbul’a kadar ulaşır. Çiftliğin hanım ağası, çiftliğin eski sahipleri olan cin ve periler yüzünden delirmiştir. Bir de Ahu Baba, bir diğer ismiyle, Gulyabani’si vardır çiftliğin. En olmadık zamanlarda minareye ulaşan boyuyla adeta uçarak gelir, hane halkını korkutur ve gözden aniden kaybolur. Fakat zavallı Muhsine bunlardan bihaberdir. Çiftliğin yolunu tutmuşken faytoncunun anlatmasıyla öğrenir bunları. Geri dönmek istese de nafile… Kaderim böyleymiş diyerek teslim olur. Onun dışında 2 hizmetçi daha vardır evde. Ona evin içinde nasıl davranması gerektiğinden tutun da geceleri nasıl yatması gerektiğine kadar öğretirler. Yatacakken saçlarının örgüsünü açıp beyaz bir gecelik giymesini, muskasını boynundan çıkarmamasını, her ne koşulda olursa olsun camdan dışarı bakmamasını, yasaklanan odalara girmemesini, mahlûklar onu ismiyle dahi çağırsa dönüp bakmamasını ve en önemlisi odasından gece çıkmamasını tembihlerler. Bunların dışında evin diğer hizmetçileri bir de görev tayin ederler Muhsine’ye; ağaç köklerine mahlûklar faydalansın diye şerbet dökmelidir. Aksi takdirde, tıpkı ondan önceki hizmetçilere yaptıkları gibi, Muhsine’ye de musallat olup onu boğabilirler. Böyle bir ortamda Muhsine’nin gören gözlerinin kör, konuşan dilinin lal olması gerekmektedir. Hiçbir şeyi merak etmemeli, yalnızca ona söylenilenleri yapmalıdır. Fakat Muhsine rahat durmaz. Merakı teslimiyetine galip gelir ve yasaklanan odalara girmeye, camdan dışarı bakmaya başlar. Görevini bir kerecik aksatması ise tuzu biberi olur ve bu şekilde başlar macerası.
Artık doğaüstü varlıklar ona da olur olmadık yerlerde görünmeye başlar. Evin içinde otururken birdenbire cinler Muhsine ile iletişime geçerek onu bir sınava tabii tutacaklarını ve sınavına iyi çalışması gerektiğini söylerler. Sınava çalışmak için ne yapacağını bilmeyen zavallı Muhsine, iyi saatte olsunların Hanım Ağa’ya yaptıkları gibi kendisi de delirteceklerinden korkar. Bir yandan da periler arasında Muhsine’yi, tabiri caizse, kapma yarışı başlar. Bir gece bir tanesi odasına gelip türlü dilbazlıklarla Muhsine’yi kandırmaya çalışır, diğer gün bir başkası. Fakat Muhsine çiftliğin çalışanlarından Hasan’a gönül verir. Hasan’ın da Muhsine’ye gönül vermesi çiftliğin kaderini değiştirecektir.
Kitabın sonunu söyleyip merakınızı büsbütün yerle bir etmeye hacet yok fakat kitabın son sayfaları adeta bir orta oyununu andırır. Olayların çözüldüğü, hurafelerin manasız olduğunun anlaşıldığı ve düzenbazlık edenlerin cezasını bulduğu bir son görürüz.
Gürpınar’ın ne usta bir gözlemci olduğunu daha ilk sayfalardan anlarız. Yapılan betimlemeler sizi adeta romanın orta yerine koyar; bir film izler gibi olayları takip edersiniz. Özellikle Ahu Baba’nın betimlemesi öyle güçlüdür ki hayal âlemine bile gerek kalmadan o koca yaratık tüm özellikleri ile okuyucunun gözünde canlanır. Gulyabani’nin öfkeyle evi basması ve pencereden elini uzatıp Muhsine’yi kapması esnasında siz de odanın içindeymiş gibi hissedersiniz. Yamyam’ın hiç beklenmedik anda tüylü gövdesini kapıdan uzatması sizi de adamakıllı korkutur. Hanım Ağa’nın odasında peyda bulan zelzele sizi de şöyle bir sallar. Bunda elbette kullanılan dilin sade oluşunun payı da su götürmez bir gerçek. Sözü bulandırmadan olaylara yoğunlaşan yazar, ömrünün sonuna kadar okuyucusunu tatmin etmeyi başarmıştır. 80 yıllık hayatına sayısız eser bırakan Gürpınar’ın kabri Heybeliada’da bulunmaktadır.
Gulyabani eserinin tiyatroya, müzikale ya da sinema eserlerine de esin kaynağı olduğu görülmüştür. Hal böyle olunca Gulyabani’den bahsedip de Ertem Eğilmez imzalı Süt Kardeşler filminden söz etmemek olmaz çünkü çoğumuzun Gulyabani ile tanışması 1976 senesinde beyaz perdeye taşınan bu film sayesinde olmuştur. Birebir aynı olaylar yaşanmasa da mirasa konmak için yapılan düzenbazlıklar ve Gulyabani’nin kullanılması açısından Gürpınar’ın romanından esinlenildiği anlaşılmaktadır. Sinema eserinin ismi her ne kadar Süt Kardeşler olsa da film daha çok Gulyabani yaratığı ile hafızalara kazınmış, dolayısıyla da Gulyabani ismiyle anılmaktadır. Yönetmen koltuğunda Ertem Eğilmez otururken başrolleri Ayşen Gruda, Adile Naşit, Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Şener Şen ve Hale Soygazi paylaşır.
Kapak Fotoğrafı: https://dusunbil.com/analitik-felsefe-gulyabani-var-midir/
Çok başarılı, özellikle de çok akıcı.
Çok başarılı bir inceleme olmuş.
Çok başarılı bir inceleme, dili de çok anlaşılır yazıların devamını merakla bekliyorum
Bu yazın, diğer yazılarında biraz daha güçlü olmuş bence. Kalemine sağlık. Ayrıca, bu yazı, kitap hakkında merak uyandıran bir atmosfere sahip. Bu yüzden çok beğendim. Diğer yazılarını dört gözle bekliyorum.