Hiç evlenememiş bir kadının çeyiz takımının etrafına ölü yiyiciler gibi üşüştük. Onun umutlarını, gençlik heyecanlarını ve toplumsal rollerini bölüştük. Bana kahvaltı takımı düştü. Bir ara kadınların üzerinden yemek moda olmuştu, ondan hallice bir durumda bana da o kadının umutlarının üzerinde kahvaltı etmek düştü. Açıkçası çok da pişman olmamıştım, burada dursa kendi kendine çürüyecek diye düşünmüştüm; şimdi bakınca birinin mezarına işemekten pek de bir farkı olmadığını fark ediyorum. Keşke kişisel olmayan mutlu bir yazı olsaydı bu; ama sevdiğim birinin çeyiz takımından bahsederken konuya objektif bakamıyorum. Ölü yiyicilerinden biri bendim o çeyizin.

Yaşlıca demezdiniz yüzünü görseydiniz, zaten evlenmeyen herkes genç kalır. Dikkatle incelerseniz kırışmak yaşlılara değil, dünya evine girmiş kişilere özgü bir deformasyondur. Ben hiç yaşlı olduğunu düşünmedim, o da öyle hissetmiyordu belli ki. Okumayı çok severdi, ne var ki okutmamışlardı. Eline geçen her şeyi okurdu, gerçek anlamda her şeyden bahsediyorum; kitap, ilaç prospektüsleri, gazete, dergi, marketlerin promosyonlarını duyurdukları küçük dergiler… Onu görünce sadece okumayı sevdiğini anlardınız.

Çok umutlu bir insandı, en azından kumar sayılabilecek küçük oyunlarla ilgili. Kazı kazanı kazırken çok umutluydu, sayısal lotoda sayıları seçerken çok umutluydu. Keşke kendi için de bu kadar umutlu olsaydı diye düşündürürdü bana. Kendi içinde karmaşık bir yapısı vardı, gezmeyi çok severdi; evinden uzakta huzurlu olmasa da gezmeyi çok severdi. Gezmesine de izin vermemişlerdi. İzin verilse neler neler yapacak kadındı da işte, izin vermemişlerdi. Çocuğu hiç olmadı ama çocukları çok sever, onları mutlu etmeye çalışırdı. Kendi de çocuk gibiydi, çocukların içini dışını da bu sayede anlardı. Çikolatalar, cipsler havada uçuşurdu, üşenmeden park park gezdirirdi, her gördüğünü isteyen domuz iştahlı çocuklara bayılırdı. Eğer öyle bir çocuksanız olmak isteyeceğiniz tek yer onun yanıydı.

Üstüne başına özen göstermezdi ama gençlik fotoğraflarını gördüğümde bunun sonradan gelişen bir özellik olduğunu anlamıştım. Kendine bir şey alamazdı, eli cebine gitmezdi ama başkalarını giydirmeyi çok severdi. İstediklerini giymesine de izin verilmemişti, belki izin verseler gençlik fotoğraflarındaki kadını andırabilirdi. Yemeye içmeye bayılırdı, nerede saçma sapan başkasının gözüne ilişmeyecek şey varsa onu alır tadına bakardı. Tahmin edebileceğiniz gibi ona da karışıp izin vermemişlerdi.

Bir canı bir de aklı vardı, çok şükür onları istediği gibi kullanmasına izin vermişlerdi. Buna da yaşamak denirse kendince yaşamaya çalışmıştı. Âşık oldu mu bilmiyorum ama evlenememişti. Sonra yatağın altına koydular çeyizini, çeyizi yer kaplıyor diye kızdılar bir de. Sonra bizi çağırdılar, izin vermedikleri her şeylerini biz topladık. Bu hikâyenin kötüsü keşke biz olmasaydık, belki o zaman fazla kişisel olmazdı çeyiz takımı.

Gamze Zenk

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir