Kültürümüz hazımsızlıktan muzdarip. Özellikle dekadans dönemlerinde görülen bu yapısal, biçimsel ve tipik yozlaşma, çağın ruhunun ve tininin en çok da “sağlıktan” ve “diyetlerden” söz ettiği zamanda ayyuka çıkıyor. Sedanter bir yaşamın makus talihinden ve hareketsizliğin hiçbir üretim sürecinde potansiyel bir aktivite barındırmamasından ötürü daima hareket halindeki yaşamın tasavvuru sağda solda paylaşılıyor. Bir yaprak kağıdı, bir yaprak dalından koparak rüzgarın şuraya buraya savurmasıyla hareket ediyorsa bu harekette bir mana, bir erek, bir hedef mi aramalı? Saf hareket, hareketin içerisinden hareketi yönlendirebilmek demek. Poe’nun Maelström öyküsünde girdaba yakalanan bir denizci yalnızca ve yalnızca bu sürüklenme momentinin içerisinde; kadırga, plastik ve konserve kutular, hurç içerisinde malzemeler, bidonlar, mataralar, fıçılar, sandıklar, buzdolabı, tüp ve diğer objelerin arasında savrulurken,  bir tutunma, saklanma ve korunma yolu buluyordu. Girdabın dışarısının bir girdap olmadığını kim söyledi size! Öyleyse bu dekadans kültürü, kültür tüketiminden ülser, karın ağrısı ve diğer sindirim sistemi hastalıklarından can çekişiyor. Kuru kuru yemeyelim, kuru kuru gitmez! İyice bir tabağı sıyırmak lazım! Söz konusu yemekler yerine kültürel tüketim söz konusu olduğunda da benzer bir tutum geçerli. 

Yemenin ve okumanın anlamları tek bir sözcükle karşılanıyor. Yiyorum, okuyorum; okuyorum, yiyorum. İtalik ile yazılmış ifadeler daha az kalorili, bold ile yazılmış ifadeler daha yüksek kalorili. Majiskül harflerin protein değerleri yüksek, minüskül harflerinse karbonhidrat değerleri. Tatlı yiyelim tatlı konuşalım! Tatlı okuyalım tatlı konuşalım! Acı yiyip acı konuşmak nerede? Gündüz kuşağı acı yiyip -okuyup- acı konuşmakta. Yedikleri ve okudukları bu kadar acı olduğunda, insan “acı” dışında başka bir hissiyata kapılmakta da güçlük çekiyor. Leptin hormonunun ekarte edilmesi, devre dışı bırakılması; ghrelin hormonunun önlenemez tahakkümü; en nihayetinde, dahiliyenin ilgilenmesi, tetkik etmesi gereken sorunlar! Bu bir bağımlılık, bu bir zaaf, bu bir madunluk, bu bir iptila, bu bir uysallık! Schopenhauer fizyolojik tabanlı düşünme sistemini “istenç” ile felsefeye dahil ettiği süreçte, Kant döneminin ve Kant sonrası antropolojisinin yaşadığı gelişmeler sayesinde “Hegelci tinsellik” bütün dolayımlarıyla insan davranışlarında ve istencinde bulunuyordu. Tüketmeyi istiyorum, yemeyi istiyorum, okumayı istiyorum! Meğerki dekadans kültüründe istemeyi isteyenler el feneriyle caddelerde aranacak durumda. İnsan ne istiyorsa yapabilir, ancak ne istemişse onu isteyemez hâldedir.

Karnı doymaz bir Obluda, okumaktan ve tüketmekten katiyen bıkmayan canavarların taşıdığı, sırtlandığı bir evren bizim kültürümüz. Kontrol eden de kontrol edilir! Her şeyi tüketen, tüketileceğinin, kendini tükettiğinin de farkında değildir. Tiktok’un vertikal arayüzü, Youtube’un yarattığı videosphere ve videoloji, Spotify’ın endüstri kaynaklı müzik paylaşma enerjisi, sözcükler ve kelimeler her yerde! Hiçbir şey “son dakika!” manşetinden öteye gitmiyor. Zaman felsefesi üzerine düşünen filozofların bir süredir yalnızca “şimdiki zamanın” var olduğunu telkin eden fikirleri, kültürümüzün ebedi “şimdiliği” ile paralel bir soyutlukta ve kudrette. Hem hazımsızlık, hem görme bozuklukları! Wittgenstein’ın “perspektif körlüğü” ile kastettiği tam olarak budur! Artık zaman yoktur, şimdinin dışında, çünkü “başka” olana yer yoktur. Kapitalizm, bu nedenle, şiddet teolojisi ve  metafizidiğir. İlahi buyruktan sermayenin buyruklarına varana dek totaliter bir aynılık! Kendinin bilincinde olan tinsellik de sermayenin batıllığından öteye varabildi mi?

“Sözcükler artık virütiktir. Grip virüsü bir zamanlar sağlıklı bir akciğer hücresi olabilir. Şimdi ise merkezi sinir sistemini istila eden ve zarar veren parazit bir organizma. Modern insan sessizlik seçeneğini kaybetti. Sesli konuşmayı kesmeyi deneyin. On saniyelik bir iç sessizlik bile elde etmeye çalışın. Sizi konuşmaya zorlayan, sürükleyen dirençli bir organizma ile karşılaşacaksınız. Bu organizma sözcüklerdir,” diyordu Burroughs. Sözcükler küfleniyor, sözcükler materyalleşip yiyecek formatlarına bürünüyor, sözcükler yeniyor ve tüketiliyor. Bu okumak ve tüketmek arasındaki diyalektik ilişkinin önlenemez bir neticesi. Biraz sos, balzamik, pesto, cheddar ve barbekü, ketçap ve mayonez, lütfen! Hangi kitap daha lezzetli? “Suç ve Ceza” işin doğrusu biraz geleneksel bir tat bırakıyor ağızda.. Ustanın spesiyali, içerisinde bir sevgi yok, içerisinde bir tür gerçekliğe sonsuz tamahkarlık, gerçeği yakalamaya çalışırsan gerçeklik de seni yakalar! Belki de “Suç ve Ceza” eserinin bugün karnıyarıktan bir farkı yoktur. Okuyorum, karnıyarık yiyorum. Üstelik vejetaryen de değil! Okumanın ve yemenin muazzam birlikteliği!

“İnfilak Eden Bilet” eserinde beyin dokusu zarar görmüş, beyin dokusuna müdahalede bulunulmuş ve lobotomi edilmiş çocuk hizaya sokulmaya çalışılmıştı. Kendisine söylenen, iletilen, gönderilen ve konuşulan tüm sözcükleri yutuyordu, yiyordu. Bütün bilgiyi, bütün ifadeyi, tek tek yiyordu. İster beğensin ister beğenmesin, yemek çoktan bir tabakta masaya konmuştu. “Lobotomi uygulanmış çocuk, akşam yemeğinde sofradaki sözcükleri yiyordu.” Eh, suratınıza tükürürse alınmayın, Sizin söyledikleriniz belki de damak lezzetine uygun değildi veya midesini bulandırmıştı! Dekadans kültüründe, tüketmek ve okumak, yemek ile okumak arasında bir fark görülmediği için, tüm aktiviteleri bir şekilde sindirim sistemine ve sinir sistemine bağlanmıştır. Söz gelimi ne damak tadına, yemek lezzetlerine ne de okunanlarda bulunan beğeni ve estetik zevkine vakıf olunabilir.

Satürn’ün evlatlarını yemesi, Kronos’un evlatlarını yemesi, sözcükleri tüketen lobotomi mağduru çocuğun tam tersi. Bir tür dönüştürücü ve öğütücü; tükettiklerini dışkılayan ve işeyen. Kanibalistik tabuların, hatta tabuların esaretinden nevrotik bir özgürleşme girişimi. Bir çocuk, yetişkin rolü oynayana dek sözcükleri yemek zorunda bırakılır. Etraftan verilen tüm emirleri işitir, buyruklara boyun eğer. Yetişkin, çocukluğunun bittiğini ve yetişkinliğe bir giriş yaptığını üstlendiği rol ile bedenine kazır. Erginlenme ritüelinin karinesidir bu. Artık ben bir yetişkinim, yaptıklarımdan ve yapacaklarımdan sorumlu tutulabilirim! “Enfant” sözcüğünün latince kökeni olan “Infans” ifadesinin “konuşamayan, dili henüz öğrenmemiş” anlamına gelmesi ironiktir. Çocuk olmak zor iş! Kelebeklerden ufak, çiçeklerden ve çimenlerden kısa olabilmek!

Dolayısıyla, kültürümüz, modus operandisi itibarıyla, akümüle edici ve optimize edicidir. Fazla dosya depolayan, işleme hızı zayıf bir bellek, tek bir tarihyazımından menkul, mekansal bir makine. Her şeyin insana indirgendiği ve dolayısıyla insanın her şeye yükseldiği süreçte; insanlıkta sıkışıp kalmışlık, üst-insan değil, üstün insan -biri olumlayıcı, diğeri olumsuzlayıcı olmasına rağmen aralarında “evil” ve “bad” kadar fark söz konusudur- mantrasıyla numerolojik ve istatistiksel bir püritenlik yaratmıştır. Deneyimin önceden koşullandığı, okumanın ve tüketmenin “indifférent” bir formata büründüğü, her şeyin değişimsel – farklanıcı değil, kayıtsızlaştırıcı bir tipte- bir öğe olarak kabul edildiği periyotta, nihilizmden geriye ne kalmıştır? Nihilizmin kendisi dahi geride artıklar, tortular ve kalıntılar bırakmamıştır. Disclaimer: Sorumluları tespit etmek ve cezalandırmak, sorumluluğun olmadığını gizlemeye yarayacaktır. Her ne kadar bu bir oksimoron ve antinomi gibi görünse dahi.

Afiyet olsun! Sofrayı kurmayan kaldıracak. Bir iki sözcük kaldı, onları silksinler üzerlerinden sofra bezine, akabinde çöpe dökülür. Bastığımız yerlerde ufaklar olmasın kafi! Yemek yerken konuşulmaz ifadesi de bununla mı ilgiliydi acaba? “Yemek yediğin için konuşma!” buyruğu var ama “yemek yediğin zaman konuşma!” değil. Buyruk ve emir leksikolojisi bu. Kısacası “logos” da denilebilir.

Fatih Gökalp Akbaş

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir