Bir İstanbul efendisi, âlimi ve şairi olan Bâkî; bugüne kadar zihnimizde kalan birkaç mısrası ile anılmaya devam etmektedir. 16. Yüzyılın Türk şiirini usulca uyandırıp medeniyet kütüphanemizi aydınlatan bu şairden bir divan ve üç adet dinî kitap kalmıştır. İnci gibi dizdiği gazellerden sızan rüya ve uyku konulu beyitleri bir kompozisyon çerçevesinde sunulacaktır. Buna başlamadan önce şairi kısaca tanıtmak yerinde olacaktır.
1526/27 İstanbul’unda doğan Mahmud Abdülbâkî nispeten eğitimli bir ailenin içinde ve Fatih Cami müezzini bir babanın yanında büyür. Gençlik yıllarında çıraklık yapan Bâkî, ruhundaki öğrenme hevesini yenemeyip medrese eğitimine başlar. Burada parlak zekâsı ile göze çarpan Bâkî şiire de aynı dönemde adım atar. 16. Yüzyıl İstanbul’unun şairler hanı denebilecek Zâtî’nin fal dükkânına vefat edeceği güne kadar gidip gelir.
Bir hocasına yazdığı “Sümbül” redifli kaside ile edebiyat âlemine giren şair Kanuni Sultan Süleyman’a sunduğu bir başka kaside ile de saray âlemine kendini kabul ettirir. Hocası ile gittiği Halep’te ona kadı yardımcılığı görevi verilir ve İstanbul’a dönünce medreselerde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlar. Kendisini sultana sevdiren Bâkî ona kasideler sunup emri üzerine şiirler yazar. Sultanın vefatı üzerine ünlü Kanuni mersiyesini yazarak ona veda eder. ‘Göğün sultanı güneş doğdu, dünyanın sultanı uykudan uyanmaz mı? Yüce makamlı çadırından görünmez mi?’ diyerek dostunu kaybeden bir arkadaşın acısını yaşar. Kanuni’nin vefatından sonra üç padişah daha görse de böyle sözler sarf etmemesi insanı düşündürür.
Bâkî bundan sonra hayatını ilmiye sınıfında yükseltmeye çalışır. Bu sınıfın en üst makamı olan şeyhülislamlığa çıkmak için mum alevinde kanatlarını yakan pervaneler gibi döner durur. Makama olan bu hırsı onu bazen saraydan hatta İstanbul’dan dahi uzaklaştırır. Üzerinden devlet kuşu zaman zaman gitse de onun gölgesini yakalamayı kıvrak zekâsıyla tekrar tekrar elde eder.1600 yılının bir Ramazan günü vefat eden şairin cenaze namazını arzuladığı bu makama gelen arkadaşı Sun’ullah Efendi kıldırır. Yaşlı Sultânü’ş-Şuarâ’dan bize Osmanlı Türkçesinin zarifçe dokunmuş satırları kalmıştır. Şimdi bunlardan bazılarını zihin sarayımızın bir köşesine ekleyelim.
Sen yatursın mesned-i hüsn üzre hâb-ı nâzda
Halkı uyutmaz figân u nâle-i şeb-hîzler (2/86)
Sevgili! Sen güzellik makamı üzerinde naz uykusunda yatarsın. Geceleri uykusuz geçirip feryat ve inilti çekenler ise halkı uyutmaz.
Divan şairlerinin hepsi âşıklığın macerasını yazan biricik kişilerdir. Onlara göre her gece bir ömür gibi uzun ve acı içinde geçer. İşte böyle bir geceyi Bâkî kendi dilince tekrar yazmıştır. Divan şiirinde sevgili her zaman en güzeldir ve güzellik makamının tek sahibidir. Bunun için etrafında dönen âşıkları görmezden gelir. Ama âşıkların feryatları o boyutlara gelir ki her evden bir aşk çığlığı kopar. Bu sesler karanlığı delip geçer, halkı uyutmaz ama sevgilinin uykusunu dahi bölemez.
Bu gice leşker-i hâb ile hayli ceng oldı
Fezâ-yı dîde sipâh-ı sirişke teng oldı (1/489)
Bu gece uyku askerleri ile çokça savaşıldı. Gözün gördüğü uçsuz bucaksız genişlik ise gözyaşı ordusuna dar oldu.
Bâkî, işte böyle bir gecede sevgilinin uyku isimli gece muhafızları ile meydanda kapışır. Gece, asker ve ordunun anıldığı bir beyitte gözyaşı akla yıldızları getirir. Güneş gibi sevgili için şair ince bir fikirle gece ile yıldızların savaşını konu edinir. Âşığın sevgiliye hasreti geceleri o derece artar ki gözyaşları yıldızlar misali olur ve sel gibi uykunun üzerine akar. Uykuya bu aşk meydanını dar eder ve sabaha kadar âşığın derdine yoldaş olur.
Pister-i gamda gözüm giceler uyhu görmez
İderin subha degin nâleleri döne döne (3/464)
Keder yatağında benim gözüm geceler boyu uyku tutmaz. Çünkü sabaha kadar döne döne inlerim.
Güneşin doğmasını bekleyip uykusuz kalan Bâkî artık günün ışıması için âdeta dua eder. Keder adlı yatakta bu uykusuz saatleri bir sağa bir sola dönerek geçirir. Sabah olmasını, ilk ışıkla gelen saba rüzgârı isimli haberciyi, doğanın bütün güzelliklerini ve vefasız sevgilinin her şeye rağmen tekrar kapısına gitmeyi düşünür.
Uykusuz kalmayı öğrencisi kadar seven Zâtî de zaten “Ayıtdı ol perî bir gün düşüne girürem bir şeb/ Sevincimde nice yıllar geçipdür görmedim uyhu” beytini boşa dememiştir. Şaire göre sevgili bir gece âşığın rüyasına girecektir. Zavallı, bu sevinçten yıllardır(!) uyuyamamıştır.
Dem-i visâlde hoşdur yüzüñ görüp ölmek
Bahâr günleri olur seherde hâb leziz (2/45)
Kavuşma zamanında yüzünü görüp ölmek hoştur çünkü bahar günleri sabah vaktinde rüya tatlı olur.
Bâkî o keder yatağından kalkıp sevgili ile buluşmaya ant içer. Belki de onun mahallesine gidip uzaktan bir âh çekip bayılacaktır. Çünkü âşıklık destanı yazan Mecnun Leylâ’sının mezarında ona ancak böyle kavuşmuştur. Bütün hazırlıklarını yapıp onun yanına varır ki artık her şey onu görüp ölmeğe değerdir. Bahar rüzgârını yanına alır, sevgilisine uzaktan şöyle bir bakar. Kavuşma gününde sevgilisine bayılıp ölümün kardeşi uykuya yenik düşer. Bahar rüzgârının esintisinde tatlı bir rüyaya dalar.
Hâbda almış idüm bûs-ı leb-i cânânı
Cân dimagında dahı şimdi o lezzet bâkî (2/525)
Sevgilinin dudağının öpücüğünü rüyada almıştım. Şimdi canın aklında o zevk bakidir.
Şairin istediği makama gelememesinin bir nedeni bu beyit gibi şuh sözlerinin olması zannedilmektedir. Gençliğinin delidolu yıllarını anımsatan bu beytin aksine âşığın sevgiliye kavuşması geleneğe aykırıdır. Şair bu durumu olağan kılmak için rüya motifinin arkasına saklanır. Ve dünyada olmayacak bir şey olur. Sevgilinin dudağından bir öpücük alır, ona kavuşur. Bitmesi istenmeyen her rüya gibi şair de bu bitmeyecek hayalle avunmak ister. İşte bunun için rüyadaki zevki hatırlayıp durur. Çünkü o zevk hem sonsuz hem de Bâkî’dir.
Reşk itme ‘ömr-i devlet-i dünyâya Bâkîyâ
Kim hâb-ı gaflet içre hemân bir hayâldür (5/96)
Ey Bâkî! Dünya mutluluğu hayatına imrenme çünkü o mutluluk gaflet uykusu içinde ancak bir hayal kuruntusudur.
Rüyadan uyanan şair dünyanın dertleri ile tekrar yüzleşir ve iç dünyasında bir teselli aramaya başlar. Teselliyi ise mutluluk denilen şeye bağlanmamada, burada mutluluğun kuruntu olduğuna kendini inandırmada bulur. Kendini mutlu sayanlar da ona göre zaten dünyada gaflet uykusundadır. Bir boş hayalin içinde kendileri çalar oynarlar.
Bir devâ sor dil-i bîmâra lebinden Bakî
Hele sabr eyle biraz varsun o yâr uyhuya (6/479)
Ey Bâkî! Biraz dayan o sevgili uykuya dalsın. Sonra onun dudağından âşığın hasta gönlüne bir ilaç sor.
Sevgilinin mahallesinde onu görmek büyük lütuftur. Görmeyip ayağının tozuna yüz sürmek, bundan şifa beklemek ve bir kez olsun bakar ümidi ile yaşamak âşıklığın kitabında yazar. Âşık böyle bir duygu ile divane gibi dolaşıp akşamı eder. Eskilerin âşık olana “Ya sabır ya sefer et” demeleri gibi şair de âşığa bunu öğüt verir. Gece olup uyuyan sevgilinin yanına varınca İbn Sînâ’nın, Lokman Hekim’in, Bokrat’ın bulamadığı aşk ilacını onun dudağından sorar. Hz. İsa’nın diriltici nefesi bu dudaktan çıkar, âlemin sırrı bu küçücük dudakta saklıdır. Sevgilinin dudağında bütün bu şifa mevcuttur ama ne dudak uykuda bir söz eder ne de aşk derdine şimdiye kadar çare bulunmuştur.
Şöyle nâz uyhusına varmış o yâr ey Bâkî
Ki cihân halkı figân eylese bî-dâr olmaz (5/194)
Ey Bâkî, o sevgili öyle bir naz uykusunu varmış ki dünya halkı dahi haykırıp bağırsa uyanmaz.
Sonunda yine her şey başa tekrar döner. Dünya döndükçe anlatılan hikâyeye her gün yeniden başlanır. Yine de aşk ehli bunu bilmez gibi usanmadan tekrar tekrar aşka düşer. Çünkü Seyyid Nesimî’nin dediği gibi ‘Kim âşık oldu da aşkın belası yok dedi’. Aşkın bir belası vardır ve her âşık bu belanın kara sevdasına vurgundur. Onun sevdası ile yanıp tutuşmasına naz uykusunda yatan sevgili uyanmaz. Her taraf yanar tutuşur, insanlar bağırır ama uyanmaz. Buna rağmen bu belâ-yı aşk yazılıp okunmaya devam eder. Çünkü her şey aşktan var olmuştur.
Seyfeddin AKDÖL
Kaynakça
- Çavuşoğlu, Mehmet (1991). “Bâkî”. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C. 4. İstanbul: Diyanet Vakfı Yay. 537-540.
- İz, Fahir (1966). Eski Türk Edebiyatında Nazım 1. İstanbul: Küçükaydın Matbaası.
- Küçük, Sabahattin. Bâkî Divanı. Kültür Bakanlığı E-Kitap e- kaynak: https://ekitap.ktb.gov.tr/TR-78361/baki-divani.html [erişim tarihi: 06/08/2020]
- Pala, İskender (1999). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları.
- Onay, Ahmet Talat Onay (2000). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı. Haz. Cemal Kurnaz. Ankara: Akçağ Yay.
- Öztürk, Furkan (2007). Bâkî Divanı Sözlüğü [Bağlamlı Dizin ve İşlevsel Sözlük]. Ankara: Gazi Üniversitesi DT.
Kapak İllüstrasyonu: “The Great Abu Sa’ud Teaching Law”, Folio from a Divan of Mahmud `Abd-al Baqi